İKTİSADİ Durum Bilim ve spekülâsyon Türkiyede 27 Mayıs 1960 öncesin- den bu yana sık sık "ihtilâl"den söz açılmakta, fakat bu konuda sağ- lam bir yorum yapılmamaktadır. Çokları, “İhtilâl" sözünün bu kadar sık ve rahat kullanılmasının sebebi- ni 27 Mayıs 190 sonrası politik şart- lara bağlamaktadırlar. Oysa, Türki- yenin sosyal ve ekonomik yapısı 1950'denberi değişmeye başlamış, si- yasal hayâtta buna uygun gelişme- ler sağlanamamıştır. İhtilâlciliğin- den korkulan çevreler de bu acının içindedirler. Son günlerdeyse, Cum- hurbaşkanlığı meselesinin şu u şekilde çözümlenmesiyle, ihti. Jâ1" htimallerinin giderildiği, reji- min kurtulduğu söylenmektedir. Oysa bu, meseleyi yanlış koymak- tan başka bir şey değildir. İhtilâlin ana sebeplerini bir yana iterek, yan sebepleri üzerinde çeşitlemelere git- mek, günlük politikanın sınırları içinde sıkışıp kalmak demektir. Re- jimin geleceğini, az gelişmiş bir ül- kede kişilere, cumhurbaşkanlığı ma- kamına getirilecek oOkimselerin tu- tumlarına,, hükümetin bunlar sa- yesinde akıllanıp akıllanmıyacağı spekülâsyonuna bağlamak, sakın- calı bir tutumdur. Bir yanlış ve nok- san görüşün sebep olacağı sonuç, "politikada neticeler niyetlerden ö- nemlidir" gerçeğini doğrulamaktan öteye gitmeyecektir. Sosyal bir uyanışın içine giren ve 1950'den bu yana -yapılan işler bu amacı taşımasa bile- ekonomik ve sosyal yapısındaki değişimle bir- likte, yeni yeni meselelerle karşıla- şan Türkiyede, demokrasinin kade- ri kişilerden çok, toplumun genel meseleleriyle siyasi iktidarlar ara- sındaki uyum"a bağlanmağa başla- mıştır. Bu konuda ilgi çekici birkaç noktaya değinmek faydalı olacaktır. Düşünürler, İkinci Dünya Sava- şından bu yana, ihtilâl konusunda yeni bir görüş geliştirmişlerdir. Ar- tık sadece komünistler değil, bütün ekollerdeki düşünürler inanmakta- dırlar ki, ihtilâlleri doğuran sebep- ler arasında en önemlisi, sosyal ya- pı buhranları, ekonomik değişik- likler ve şartlarla ilgilidir. Bu buh- ranlar, toplumu meydana getiren çeşitli unsurların eşit bir şekilde ge- lişmemesi yüzünden meydana gel- 19 Şubat 1966 veya. VE MALİ mektedir. Ekonomik hayattaki ge- lişmeler yüzünden sosyal sınıflar a- rasında ilişkiler yeni bir öz kaza- nır, fakat bunlar siyasal hayatta pa- ralel gelişmelerle desteklenmezse ihtilâllerin ,1 numaralı şartı kendi- liğinden hazırlanmış olur. Bu ba- kımdan, az gelişmiş ülkelerin de- mokrasiden ayrılmamaları için ya- pılacak başlıca iş, ekonomideki de- gişmeler yüzünden yeni problem- lerle karşılaşan kitlelere, seslerini duyurabilme hakkını tanımak, bu kitlelerin gerçek ( ihtiyaçlarına ve problemlerine çözüm yolu bulmak ve cahil kitleleri bâtıl inançlarla al- datmak yerine, onların meselelerini doğru bir çözüme kavuşturmak ol- malıdır. Aksi takdirde halk, siya- setten ve siyaset sahnesinde oyna- nan demokrasicilik oyunundan so- uyacak ve kaderinin değişmiyece- ğine inanarak, kaderi üzerinde ku- mar oynayanlara meydanı terkede- cektir. Ordu ve ihtilâl Az gelişmiş ülkelerde ihtilâller sa- dece ordudan gelebilir. Ordunun yapacağı ihtilâllere (okarşı koymak ise imkânsızdır. Bu ülkelerde ihti- lâlle ilgili meselelerin doğru tanım- lanabilmesi için ordunun bu. ülke- lerdeki fonksiyonunu iyi bilmek ge- rekir. Bir teşkilât işi olan ihtilâl, si- yasi bilimcilerin belirttiği gibi, âz gelişmiş ülkelerde, organize tek kuvvet olan ordunun dışında başka bir sosyal kuvvet tarafından yapıla- maz. Ordular, az gelişmiş ülkelerde iki türlü görevlendirilmiş | olabilir- ler: Sömürge veya yarı sömürge du- rumundan kurtulamayan ülkelerde ordu, ülkenin içinde bulunduğu HERKES OKUYOR SAHADA şartların icabı, dış ülkelere bağlıdır ve içerdeki yöneticilerle dışardaki sömürgeciler arasında mevcut iliş- kilerin korunması ve savunulmasıy- la görevlendirilmiştir. Bu ülkelerde ordunun yapacağı ihtilâller de halk yararına, tam bağımsızlık uğruna O- lamaz. İhtilâlin resmi gerekçesi ne olursa olsun, işin sonu, mevcut iç ve dış ilişkilerin daha iyi savunul- masına, siyasi obilimcilerin dediği gibi, "Düzeni savunacak elin kadife eldiveni çıkarıp, demir eldiveni giy- mesine" varacaktır. Arjantin ve Brezilya örnekleri bunu doğrulayan hareketlerdir. Türkiye, Mısır ve kısmen Meksi- kadaki ilk hareketler ise ulusal ba- ğımsızlık adına başlatıldıkları için, apayrı bir öz kazanmışlardır. Ordu- nun bu ülkelerdeki ihtilâl geleneği- nin gerici bir öz kazanması son de- rece güçleşmiştir. Ancak, ünlü siya- si bilimci Prof. Duverger'nin düşün- celeri bir tehlikeyi işaret etmekte- ir: "Belli bir seviyeden sonra top- lum yapısındaki tutarsızlıklar artık çekilmez bir duruma gelir. Kurum- larda derinden ve âni bir altüst ol- ma ihtiyacı, onları yeni sosyal düze- ne uyduracak bir 'değişim' ihtiyacı kendini duyurmaya başlar. İhtilâl- ci bir öz taşıyan böyle bir durum ise, ödevi ister bu değişmeyi yarat- mak, isterse onu önlemek olan ih- tilâllere yol açar. Elbette, iktisadi gelişmeleri frenlemeye dört elle sa- rılmış olan sınıflar bu durumda fa- şizmi kurmaya çalışacaklardır. Fa- kat faşizmin kurulması için, diğer sınıfların da durumdan ümidi kes- miş olmaları ve faşizmin alışılmış müşterileri olan zengin sınıfın etra- fında birikmeleri lâzımdır..' Bugün Türkiyede durum bunun tersidir. Böyle bir hareketin teşvik- çisi olması beklenebilecek sosyal kuvvetler, sanıldığının aksine, Or dunun geleneğini pek çoklarından iyi bilmekte ve Türk Ordusunu kendi amaçlarına uygun şekilde kullanamı- yacaklarını anlamaktadırlar. Gerici çevrelerin, ekonomik ve sosyal ha» yattaki gelişmelerin ve fikir özgür- lüğünün karşısında olan kuvvetle- rin Türkiyede Ordu ile anlaşmaları çok zor, hattâ imkânsızdır. Bu güç- lüğün, imkânsızlığın sebebi, Türki- yede Cumhuriyeti kuran, bağımsız- lık mücadelesini açan ve kazanan kuvvetin sivil kuvvetlerden ve kad- rolardan çok, Ordu oluşudur. 25