EİN Sinemacılar Gülmeden güldüren adam m yüzyıllık piri hayatında onu “yüzü .. gülmeyen ada adam” a tanıdı, en beklen» medik ole lanla bile yüzü b ir mas. durgundu. Bu yüzden a Gleilin seyircisi ona “Taş si; fransız seyircisi ise, donmuş gibi duran:yüz hatlarından dolayı, “Fri- go” adini takmıştı. Stüdyoların buy: ruğuna boyun eğdiği' sıralarda, bir ara, sözleşmesinde bile ne beyaz perdede, hattâ ne de umumi yerler- de gülmiyeceği yazılıydı. Oysa türk seyircisinin “Malek” adıyla tanıdığı bu, yüzü hiç gülmeyen adam, Chap- lin'den sonra seyirciyi en çok güldü- ren sinema sanatçısıydı. Geçen haf- ta bir akciğer kanseri Buster Kea- ton'u alıp götürdüğü vakit, sinema dünyası, beyaz perdenin Chaplin” den sonra en büyük komiğini kay- betmiş * oldu. Keaton da tıpkı Chaplin gibi in kirdekten” yetişmişti. - Vodvillerde oynıyan bir ana-babanın oğluydu ve .sahnede doğmuş sayılırdı: Baba Ke. aton sahnede oyununu ilk defa ız nız oynamış, sonra da, sl rına vararak, i do; oğlumu sahneden seyircilere takdim etmişti. 4 Ekim 1896 da Pickway'de (Kan. sas) doğan küçük Keaton ana-ba- basımin yanında yer almakta gecik- medi, dört yaşındayken sahneye adı. mım attı ve böylelikle ana-baba- oğuldan meydana gelen “The Three Keatons” ” topluluğu doğdu. sam o zamanki vodvil sana leneğine uyarak, kısa le parmağında on mârifet”li oldu: Şar kı: söylüyor, cambazlık yapıyor, dans ediyor, pantomim yapıyor, pal yaço oluyordu. K yı larda gö fından kurulan bütün tuzakları, ö- lümle me tertipleri boşa çıkarmaktı. Baba ton ayak- lara dolanan küçük Keaton'u çöple birlikte süplürüp-atıyor, sahnenin bir ucundan öbür uçuna fırlatıyor, pen- cereden atıyor, davula çarpıp patlat tığı deriden içeri sokuyor... ama bü. tün bunlar küçük Keaton'un yok edilmez niteliğini o etkileyemiyordu. En beklenmedik durumları ük bir soğukkanlılıkla atlatmak küçük Keaton için — ikinci tabiat ol muştu, sahne şındaki yaşayışında bile öyleydi. EşM A Nitekim bir gün, beş-altı yaşla rındaki Keaton'un, ayağı kayarak bütün bir merdiveni yukarıdan aşa: ğıya sırt üstü indikten sonra, hiç bir şey olmamış gibi yoluna devam ettiğini gören ünlü sihirbaz Houdini “what a buster « ne sırt” diye şaş kınlığını belirtmiş, ondan sonra da, asıl adı Joseph Francis Keaton olan küçüğün adı Buster Keaton kalmış: tır. Sahneden perdeye Küçük Keaton'uu yaşı UET1eıkçe sahnede babasıyla olan ilişkisi ters yöne çevrilmeğe başladı: Artık tuzakları küçük Keaton kuruyor, ba- ba Keaton ölümlerden kıl payıyla kurtuluyordu. “The Three Keatons" topluluğu böylelikle yıllarca ameri- kan sahnelerini dolaştı, Sonunda Buster, New York'ta büyük bir rö- vüde önemli bir rol alarak, toplu. luktan ayrıldı. Ama, daha rövüdeki rolüne çıkmadan bir tesadüf bütün hayatını değiştirdi: . Birgün New York'ta rastladığı arkadaşı ünlü ko- mik Roscoe “Fatty - Şişko” Arbuckle ona sinemada oynamağı teklif etti ve artık bir delikanlı olan Buster 1917'de 21 yaşında ilk mez olan “The Butcher Boy - Kasa ile sinemaya ba şladı; komiklerin aksine, tipini daha ilk filminde" yarattı, bu tipi geliştirmek zorunda kalmadı. Zengin sahne ha: yatı onu bu zahmetten kurtarıyor- du. Bir süre, o vaktin komedi film- lerindeki: usüle uyarak, ikişer ma karalık filmler çevirdi, sonra, 1920" de “Saphead - Mankafa” ile uzun filmlerine başladı. Buster Keaton bu dönemde sü- nat yönünden Chaplin'den sonra ge len komik olmakla kalmadı, iş yö- OKUYOR nünden de aynı derecede tutuldu, Keaton'un filmi, yaklaşık olarak, 200 bin dolara çıkar, 2 milyon dolar getirirdi. Bu başarısını, öbür ko miklerden apayrı olan tipine, karak terine, oyun tarzına, üslübuna borç luydu. “Malek”, çevresiyle-daima ça» tışma halinde olan bir tipti, özellik le makineleşmiş bir dünyanın het adımda Ortaya çıkan engelleriyle sürekli bir çatışma halindeydi. Ama Malek bu engeller karşısında gerile. mez, aksine dikine dikine gider, ze kâsıyla engeli aşar, bir yenisiyle karşılaşır, onu da aşardı. Bütün “Malek” filmleri bu temel Üzerine kurulmuştu. Olaylar, durumlar de gişir, temel aynı kalırdı. Keaton çapında olmıyan bir ko miğin birkaç film sonunda seyirci yi kolaylıkla bıktırması kaçınılmaz olduğu halde, Keaton zengin tecrü- besi, keskin zekâsı ve olağanüstü se zişiyle hep, en beklenmedik durum. ları yaratmasını bilirdi. Üstelik Ke- aton'un öbür sessiz film komikle rinden farklı ve üstün bir yanı da ba vardı: Bu komiklerin hemen hepsi, filmlerini, ayrı ayn komik sahnelerin yanyana eklenmesiyle meydana getirmekteydiler, filmleri» nin başından sonunâ lişen bir konusu yoktu. Bu görünüşüyle bu filmler, birer “yamalı bohça” gi- biydiler. Oysa Keaton'un 'temen bütün filmleri tek bir hat üzerinde gelişen bir konuyu anlatır, kömik durumları bu konu içinde verirdi. > ei filmindeki komik un- zamanda gerçek dışı, inik deği biç bir yönü yoktu. Gülmek ve gülmemek Keaton seyirci okarşısına donuk bir yüzle çıkmayı önceden tasar lamamıştı. Zaten bunun farkında bile değildi. Birgün arkadaşları perdede — hiç gülmediğini dukları vakit de şaşırıp kaldı. ra maze edindiği alışkanlığı pe ettirmekten başka bir şey yapmıyordu ki... mim ise, yaptığı işten, başkasına dikka! edecek hali yoktu. Sonra seyirci, gü len komikten zaten hoşlanmıyordu: “Seyirci, te ona, sor Zi sedim, © lanmadığını ispat etmek ik v2 kim, seyirci ohoşlanmadı “Gülmeyen Komik'e Öd layınca, ge gerçekten gülüp gülmediği- 12 Şubat 1966