SİNEMA kada bir çöl var. 'Hayır, hayır! Kovboy, kızılderili filân olmıyacak. Bıktık artık! Bana bir başka çöl söyleyin. 'Afrika çölü olur mu?' 'Hayır, Afrika çölü deyince akla Ya- bancı Lejyonu gelir, o da kabak ta- dı verdi. Bir başka çöl söyleyin. 'Avustralya çölü?" Dedi ki: Avustral- ya çölünün yerlileri kim? 'Sanırım avustralyalılar. Bilmiyorum. Ne de- mek istediniz?' 'Canım, biliyorsu- nuz ya, yerliler işte...' 'Bilmiyorum. Galiba orangutanlar filan var". 'Zen- ci var mı?” Hemen anladım ki bu adamda iş yok, ama yine de cevap verdim: 'Evet, renkli ırktan kimse- ler var galiba." 'Öyleyse olmaz. Irk meseleleri olmıyacak. Bir başka çöl söyleyin." 'Çin olur mu?" 'Hayır, da- ha önce Sarı Esirler çevrildi ya.' 'Peki, Hindistan? 'Evet ama, bu film için tesbit edilen oyuncu kad- rosunda ingiliz yok. İngiliz olarak kimi kullanabiliriz ki? Sonra siya- si meselelere bulaşmış oluruz. Hin- Sü bir sürü dert çıkarır karşımı- “Artık sayacak başka çöl adı pek bilmiyordum, dedim ki: 'Peki, ya Türkiye? Türkiyede de çöl var.' 'Bak, bu ilgi çekici. Yerlileri kim? Bunun üzerine dedim ki: 'Bir daki- ka... Türkiyenin tarihini bilmiyo- rum. Yerlileri kimdir, söyliyemem.' 'Pekâlâ. Siz bize bir hikâye yazın da sonrasını düşünürüz Türkiyenin yerlileri kim? Brooks, hikâyenin gerisini şöyle anlatıyor: o "Coğrafya dergileri aldım, Türkiye üzerine bilgiler edin- dim, ilgimi çeken bir olaya rastla- ım: Birinci Dünya Savaşından son- ra türkler kadınları özgürlüğe ka- vuşturmayı, yeni âdetler getirmeyi, kadınları eğitmeyi, onları peçelerin- den kurtarmayı denemişler. Bu, Maria Montez'e iyi giden bir olaydı. Bu çeşit rollerde bir şeyler yapabi- lirdi. Bunun üzerine bir hikâye düzdüm ve yapımcıya gönderdim. İki gün sonra telefon çaldı: 'Be- nim söylediklerimi kulak ardına at- mışsınız.' 'Neden?' 'Nedeni var mı? Hani ya yerliler?" 'Yerliler mi? Tür- kiyede yerliler yok ki."'Ne demek is- tediğimi anlamıyorsunuz. Yani be- yazlara bürünmüş, at süren insan- lar demek istiyorum.' Dedim ki: "Türkiyede böyle bir şey yok.' 'Am- ma yaptınız ha!.. Dinleyin: Burada, AKİS Los Angeles'te bir türk konsolosu var. Ona danışalım Ertesi gün yakışıklı bir delikanlı geldi: Siyah bıyıklı, 30-35 yaşların- da bir genç. Yapımcı dedi ki: 'Bu film memleketiniz için büyük bir olay sayılacak.' Bütün yapımcılar hep böyle söyler. "Türkiye, üzerine bir film çevirmek İstiyoruz, VS., VS.; Bana söyler misiniz, Türkiyenin yerlileri kimdir?' 'Ne demek istedi- ginizi; anlamadım?" 'Canım, yerliler işte" "Türkiyenin yerlileri türkler- dir. 'Kimseyle herhangi bir mese- leniz yok mu yani?' 'Şu anda bazı meselelerimiz var." 'Kimlerle?' 'Eh, işte bir kabile var, kürt kabilesi, çölde ayaklanmaya benzer bir şey- ler çıkarıyorlar. 'Kürtler mi? Ol maz, imkânsız, müstehcen bir hikâ- ye olur bu.' Sonra bana döndü: 'Pekâlâ, ne yapacağımızı ben yeyim. Kuzey a çölünü ele ala- lım. Tamam mı a mesele filân olmasın. Orada yerliler var, değil mi? 'Evet, vardır. "İyi, ana bir şeyler yazın bakalım İşte Brooks, Hollywood'lu ya- pımcıları bu hikâyeyle tanıtmakta- ır. 15 Ocak 1966