SİNEMA dığı sonuç şaşılacak kadar aynıdır- Nihayet her iki yönetmenin filmle- rinde kadınlar önemli bir yer tut- maktadır. Ancak bu benzer tema- lar karşısında iki yönetmenin tutu- mu, dünya görüşleri (o birbirinden çok, farklıdır. Antonioni bu temala- rı toplumsal bir temele dayayarak, bunları içinde yaşadığı italyan bur- juva toplumunun bunalımıyla açık- larken, Bergman aynı temaları di- ni felsefi bir temele oturtmakta, bunları inanç yokluğu, insancıl bir Tanrının eksikliğiyle, hristiyan va- roluşçuluk -existentialisme- Oo görü- şüyle (oaçıklamağa o çalışmaktadır. Görüş açıları arasındaki bu ayrılık özellikle kadınlar konusundaki tu- tumla ortaya çıkmaktadır. Antoni- oni bir yazısında meseleyi en kes- tirme olarak şöyle belirtmektedir: Çağdaş bilim ve teknik başdöndü- rücü bir hızla gelişmektedir, ama burjuvazi bir gelişmeye uygun bir ahlâk anlayışı getirmemiştir. - Hâlâ geçen yüzyıllardan artakalma gö- rüşlerle (o meseleyi çözmeye ( çalış- makta, bu da burjuvaziyi içinden çıkamadığı bunalımlara (o sürükle- mektedir. Antomoni, bu durum- dan en çok kadınların zarar gördü- günü belirtmektedir. Üstelik, ikti- sadi yönden de çok defa güçsüz o- lan kadınların, burjuva ahlâk an- layışının yarattığı "erkekler dünya- sı", içinde haysiyetli (o şekilde yaşa- mak için sarf ettikleri çabaları sem- patiyle oizlemekte ve vermektedir. Günümüzün kadınının meselelerini kadınların açısından Antonioni ka- dar ustalıkla ortaya koyabilen bir başka sinemacı, hemen hemen, gös- terilemez Bir kadın düşmanı * Bergman ise, aynı konu karşısı- na, Antonioni'nin yerdiği bur- juva ahlâkının, o“erkekler dünya- şı"nın bir temsilcisi olarak çıkmak- ta, çoğu vakit bir kadın düşmanı kılığına bürünmektedir. o Yirmi yıl içinde dört defa evlenen Bergman'- ın kadınlar konusundaki sözleri bi- le Antonioni' ninkilerle taban tabana ler... Bir-ikisini öldürebilmek ister- dim veya isterim ki onlar beni öl- dürsünler. Kadınların dünyası be- nim evrenimdir. Belki bu dünyada kötü davranıyorum, ama hiç bir er- kek zaten bunu hakkıyla başar- makla övünemez..." Sonra şöyle levam etmektedir: "Bütün kadın- lar beni etkilendirir: Genci - yaşlısı, 34 irisi-ufağı, zayıfı - şişmanı, ağırı- canlısı, çirkini - güzeli, tatlısı - soğu- gu, ölüsü- dirisi... Ben inekleri, ke- dilerin, maymunların, domuzların dişilerim de, kısrağı, tavuğu da, ka- zın, hindinin, hipopotamın, farenin dişisini de severim. Ama en değer verdiğim dişiler vahşi hayvanlar ve tehlikeli (o sürüngenler (o sınıfından olanlardır..." "Sessizlik", Bergman'ın kadınlar konusundaki bu tutumunu en iyi yansıtan filimlerindendir. lik" tıpkı "Susuzluk"ta olduğu gibi bir tren kompartımanında başlayıp, bir otel odasında devam etmekte- dir. Tıpkı "Susuzluk"ta olduğu gi- bi, bu filmde de yine turistik bir geziden sonra yurtlarına dönen kimseler vardır. Tıpkı "Susuzluk"- ta olduğu gibi gerek tren kompar- tımanı, gerekse otel odası Sartre'ın "Gizli Oturum"undaki gibi kapalı bir çevre, bir hapishane olmakta ve her şey Sartre'ın Kal başkalarıdır" görüşüne uygun ola- rak geçmektedir. Ancak “Sessizlik”, "Susuzluk"tan daha korkunç bir hava taşımaktadır: o "Susuzluk'"ta birbiri için cehennem olan iki kah- raman, genç bir karı-kocadır, oysa "Sessizlik"te iki kızkardeştir. "Su- suzluk"un genç çifti, ikisi de pek el- lerinde olmaksızın ( birbirinin ce- hennemi durumuna O geçmektedir- ler. "Sessizlik"te her iki kızkardeş de yaptıklarını tamamiyle bilerek yapmakta, biri öbürüne bilinçli ola- rak, zevk alarak ağır ağır işkence etmektedir. "Sessiszlik"te bu iki ki- şilik cehennemin bir de küçük ta- nığı vardır: Kızkardeşlerden evli olanın on yaşlarındaki oğlu Johan... Hep arayan, soran, her şeyi öğren. mek isteyen bu küçük tanıkla Bergman, geleceğin bir "kadın düş- manı"nın nasıl yetiştiğini belirtmek ister gibidir. Havada kalan gerçek Sessizlik"in Oo bu Özellikleri (o tabia- tiyle filmin bir davranışlar fil- mi olmasına, karakter incelemesi- ne, psikolojik tahlillere dayanması- AKİS na yol açmaktadır. Zaten filmin "hi- kâye" yönü hemen hemen yok gi- bidir ve konusu birkaç satrla özet- lenebilir : Ester, kızkardeşi Anna ve Anna'nın oğlu Johan, bir geziden yurtlarına dönmektedirler. Yolda Ester'in tehlikeli (o hastalığı nükse- der, dilini hiç bilmedikleri bir ülke- de bir otele inmek zorunda kalırlar. İki kızkardeş arasındaki çatışma gittikçe şiddetlenir, sonunda Anna, kızkardeşi Ester'i ölüm derecesinde hastayken otelde (o bırakıp oğluyla birlikte yoluna devam eder. Berg- man bu basit konu içinde, birbiri- ne taban tabana zıt karakterde iki kişiyi karşı karşıya getirerek, yuka- rıda sıralanan sevdiği temaları ba- şarıyla işlemek fırsatını bulmakta- dır: Anna ile Ester sadece, insan- lar arasında anlaşma ve kaynaşma imkânsızlığını değil, bunun can düş- manlığına varmış derecesini de ver- mektedirler. Bergman, kahramanla- rını, dillerini hiç anlamadıkları bir ülkede, bir otel odasına kapatarak, insanın çevresiyle bağlantı kurama- masını yalnız psikolojik değil, aynı zamanda maddi alanda da ortaya koymaktadır. Sonra bu kapalı, insa- nı bunaltan yalnızlık içinde Anna ile Ester'in davranışlarını incelemeye koyulmaktadır. Bergman bu davranışları ve karakterler arasındaki oçatışmayı Ester'i canlandıran Ingrid Thu- lin, Anna'yı canlandıran Gunnel Lindblom'un Oo başarılı oyunlarıyla , daha da güç kazanmış olarak, bü- "yük bir gerçekçilikle ortaya koymak- tadır. En yalan olması gereken in- sanların birbirine düşmanlığını, cin- sel düzensizlikleri, insan ruhunun ve kadın ruhunun karanlık köşele- rini beyaz perdede eşine az rastla- nır bir açıklık ve cesaretle yansıt- maktadır. Ne var ki, bütün bunlar birer "sonuç"tur ve Bergman bu so- nuçlara yol açan sebepleri ortaya koymamaktadır. o Bergman'ın başa- rıyla ortaya koyduğu gerçek durum- lar da böylelikle havada asılı kal- maktadır. 11 Aralık 1965