mantonun içinden giyilen küçük bir abiye beyaz döpiyes, defilede bütün seyircilerin alkışını topladı. Lâme- den bir biyesi ve düğmesi olan beyaz döpiyes, mantoyu güzel bir şekilde tamamlıyordu. Yün teferruat Defilenin özelliğini yapan bir şey e, birkaç zamandır moda olan, yün ipliğinden yapılmış teferruatın çok güzel bir şekilde kullanılmış ol- masıydı. Meselâ, beyazlı-siyahlı bir tweed mantonun yakasında, kürk yerine, siyah ye beyaz kalın yün ip- liğinden atılmış ilmiklerle yapılmış bir top yaka göze çarpıyordu. Gine siyah çizgili beyaz yün bir elbise- ceket takımının yakası siyah yün ip- liğiyle, değişik bir şekilde giydiril- mişti. o Örülmüş yün şeritler ise, hanel tipi manto ve takım kıya- fetleri değişik bir şekilde süslüyor- du. İstanbul Butiğin defilesinde gö- ze çarpan en şık kıyafetler, ince yünlüden veya saten ve dantelden yapılmış, dümdüz ve tek bir tefer- ruatla zenginleştirilmiş, vücuda ya- kın olarak biçilmiş siyah gece el- biseleriydi. Bir müşteri bunları tek tek eline aldı ve : " — İstanbuldan bir bu elbiselerde" dedi Elbiseler İstanbulda dikiliyordu ama, Paris patronları kullanılıyor- du. Yalnız etek uçlarına doğru fir- fırları olan dümdüz siyah, prenses biçimi bir gece elbisesi, siyah dan- telden, önlük şeklinde hazırlanmış bir başka elbise ve pastel renkte boncuklarla işlenmiş gine siyah, çok dekolte bir yünlü elbise gerçekten ilgi çekiyordu. Mamafih, Kâmuran Cemal, bunlar kadar renkli yünlü- den yapılmış, yan abiye, tam kolsuz elbiseler (oOüzerinde de duruyordu. Bunların pembesi, mavisi, kırmızı- sı, jad renklisi vardı, Yanyana, şe- kerci vitrinindeki şeker kavanozla- rnı ohatırlatıyorlardı. hava var > Tutunan hazır giyim Birkaç yıl önce, Türkiyede hazır elbiseciliğin âdeta imkânsız ol- duğunu söyleyenler, bugün, elde e- dilen netice karşısında hayret et- mektedirler. Türkiyede tutunan, sanatçılar tarafından açılan butik elbiseleridir. Bunlar, piyasaya kıya- sen, mümkün mertebe ucuza mal ol- maktadır. Kâmuran Cemalin üze- rinde durduğu başlıca mesele, ha- zır elbiseleri türk tipine göre uygun ölçülerle belirli standartlara kavuş- turmaktır, Gerçi hazır elbiseler çok zaman, dünyanın her yerinde, ufak 30 Muska Tedavisi Altmışaltı oyaşında bir açıkgöz, Lapsekinin Çardak bucağında ev ev olaşarak muska yazmış ve karşılığında ev kadınlarının altın bile- ziklerini, beşibiryerdelerini toplıyarak sırra kadem basmış. Ben, doğ- rusu, ne altınlarını kaptıran ev kadınlarına, hattâ ne de sahte bacaya kızabiliyorum. Anadolunun küçük bir bucağım ve burada yaşıyan ka- dınları, gelin, beraber düşünelim; Bu kadınların kaç tanesi okul yüzü görmüştür? İçlerinde okur-yazar varsa, bunlar neler okurlar? Sayın Nazmiye Demirelin geçenlerde bir gazeteye verdiği demeç, belki de, bunlardan birinin eline geçmiştir. Yeni Başbakanın eşi, bu demecinde ne demektedir? "Hayatta en büyük amacım hacı olmak"! Gelelim Çardaktaki kadınlardan meselâ birine: Bu kadının belki de bir derdi vardır. Ya, üzerine titriye titriye büyüttüğü yavrusu konu- şamamakta, yürüyememektedir veya kulağı içilmemektedir. Kadınca- &ız hacca gidemez. Zira, böyle bir hayali besleyecek imkândan yoksun- dur. Belki doktora gitmeyi düşünmüştür. Herşeye rağmen, yenilikle- re inanır. Çünkü evine giren her yeniliğin, önemsiz de olsa, hayatına getirdiği kolaylığı yaşamıştır. Hâyâl-meyal hatırladığı bir Atatürk dev- ri, her şeye rağmen, henüz tamamiyle silinmiş değildir. Sonra, bir ara Bucakta görev gören bir doktorun yaptığı iyi işler de henüz kulağında- dır. Ama bu gizli hayâlini gerçekleştiremez. Çünkü eşi ve çevresi dok- tora, ilme karşıdır. Bu çevrede, "ne gelirse Allahtan gelir" zihniyeti hâkimdir. Böyle bir ortam içinde bulunan bir kadın, kapıya gelen mu- cizeye kollarım açmasın da ne yapsın? İnansa da inanmasa da, mus- ka onun ufkundaki tek umuttur. Kaderlerini yenmek isteyen insanlar bazen, bile bile aldanmaya da razıdırlar. Sahte bocaya gelince, o, bence akıllı bir kimsedir. Muskaya dayan- madan dertleri tedaviye kalkışanların halini görmüş, kendi çapında halka inmeye çalışıyor. Hem de unutmayalım, adamın işi sahtekârlık, dolandırıcılık!,. Şu anda elimde. Birleşmiş Milletler yayınlarına ait bir kitap var. "Toplum Kalkınması Yolu ile Sosyal Gelişme" adını taşıyan bu kitap, toplum kalkınması için çaba gösteren memleketlerin, az gelişmiş mem- leketlerin geçirdikleri denemeleri, vardıkları sonuçları anlatıyor. Ki- tap 1955 yılında basılmış. Bu kitaptan anlaşıldığına göre, meselâ bir toprak reformu, bu kitabın basılmasından 20, bazen 25 yıl önce bu mem- leketlerin çoğunda başlamış; hem de batılı memleketlerin yardımıyla, komünizme karşı en büyük silâh olarak, teşvikle başlamış. Kitap, "top- rak reformu lüzumlu mudur, değil midir?" tartışmasını yapmıyor. Bu- nu, az gelişmiş büyük halk kitlelerinin kurtuluşu için âdeta bir temel unsur, bir ilmi gerçek olarak baştan kabul etmiş. Kitap, bunun en iyi hangi metodlarla uygulanabileceğini, denemelere dayanarak, belirtme- ye çalışıyor. Kollektif çiftlikler, kooperatifler kitapta bir bir ele alın- mış, incelenmiş.. Kitaptan sadece bir cümleyi nakletmek istiyorum. Deniliyor ki: "Az gelişmiş memleketlerin kalkınması ancak devletin enerjik öncü- lüğü ve yöneticiliği ile mümkündür. Bunun için, toprak dağılımı gibi esas meçelelerin devlet tarafından halledilmesi kaçınılmaz bir zorun- luktu İkinci Dünya Harbinden itibaren, hür dünya tarafından benimse- nip ilân edilen bu ilmi gerçekleri bizim politikacılarımızın bilmemesi mümkün müdür? Halbuki seçim kampanyası sırasında değil köylerde, birçok il merkezlerinde, AP'li konuşmacılar, bu ilmi gerçekleri kür- sülerden halka komünizm olarak ilân etmişlerdir!.. Böyle olunca, ge- riye kalan yalnızca muska tedavisidir!.. Jale CANDAN bir-rötuşa tâbi tutulurlar ama, en büyük özellikleri, müşteriyi yorma- dan giydirebilmek ve mümkün mertebe az prova çıkarmaktır. Müş- teri böylece, kendisine en yakışanı, en lüzumluyu, en kısa zamanda, yo- rulmadan, ucuza mal ederek satın alabilir. Çağımızın çok meşgul fa- al kadını "hazır elbise"ye can kur- taran gözüyle bakmaktadır. Bu sa- yede memleketimizde yepyeni bir endüstri doğmuş sayılabilir, 13 Kasım 1965