28 Ağustos 1965 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 19

28 Ağustos 1965 tarihli Akis Dergisi Sayfa 19
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

AKİS alanı. Küçük bir şehir. Asıl Soçi otuz kilometre kadar ilerde. Gene bir ga- zeteci, gene şoförlü bir siyah Zim bizi bekliyordu. Halbuki programı (biraz değiştirmiştik. Aslında, sabahleyin ilk uçakla gelecektik. Buna rağmen Bâ- küdan Soçiye zamanında haber vere- bilmişler ki bu, rus ölçüleriyle mü- kemmel bir başarı! Adler ile Soçinin arasındaki fazla dönemeçli yol nefis bir tabiat parçası- nın içinden geçiyor. Her yer yemye- şil. Eee, Karadeniz kıyısı, Bizim, Rize ile Pazar arası öyle değil midir? Yal- nız, yol daha bakımlı, etraf daha ba- kımlı. Yanımızdan durmaksızın, üs- tü açık turist otobüsleri ogeçiyor.Bir, beş, on, otuz.. Bir rehber, ekserisi sa- rışın yolculara bölgenin hususiyetleri - ni anlatıyor. Turistlerin çoğu Almanyadan gelme. Zaten bunların hemen hepsi, Demir Perde gerisindeki memleketlere mensup. Macarlar ve çekler de var. Rusyanın turisti henüz büyük ölçüde o kısımdan. Doğrusu istenilirse, omemleketlin ilgi çekici u- mumi özelliklerinin odışında, klâsik turisti cezbedecek bir şey (Sovyetler Birliğinde yok. Sovyetlerin can sıkıcı, kasvetli ,tadsız, bozuk malzemeli ha- yatlarını insanın parasıyla, tatil geçi- riyorum diye paylaşmasının hiç bir mânası mevcut değil. Her halde Sov- vi eğer batılı turist o istiyorlarsa ç olmazsa onların akşamları saat onbir buçukta lokantalardan kapı dı- şarı edilmelerine mânı olmalıdırlar. Otelimizin de adı Soçi. Soçinin en iyi otellerinden biri. Banyolu bir oda- mız var. Bâküdaki, bizim, taşra otel- lerinin havası yok. Çok daha modem, avrupai. Binanın ucuza çıktığı belli. Ama, ihtiyaçları karşılayacak bir tarz- da inşa edilmiş. Buna mukabil bütün rus otellerinin o özellikleri onda var: Bozuk sifonlar, gevşemiş musluklar, ters akan duşlar ve zımpara kâğıdına benzeyen tuvalet kâğıtlarıyla fena ko- kan sabunlar- (Tuvaletin kapağı da kırıktı. Karşılayıcılarımızla program yap- tık. Soçide birkaç gün kalacağız. Sov- yetler Soçiyle pek iftihar ediyorlar. Ben, fazla bir şey bulmadığımızı itiraf ederim. Soçinin dünyanın bir çok ta- rafında "kardeş şehri" varmışı. Tür- kiyede de bir kardeş şehir iştedikleri- nii'söylediler. Yalovayı salık verdim. Vakit akşamüstüye yaklaştığı ( için denize girelim, sonra şehirde bir ge- zinti yapalım dedik. Bir muhtelit De- mir (Perde gerisi memleketleri | sirki Soçideymiş. Görmek isteyip istemedi- 28 Ağustos 1965 gimizi sordular. "Olur" dedik. Yeme- gimizi sirkten sonra, otelde yiyecek- Leonid lokantadan havyarlı, jam- bonlu sandviçler yaptırdı. Mayolarımı- zı aldık ve deniz kenarına gittik. Fa- kat şoför şaşırdı. Bizi en iyi yer diye, bir uydurma, çakıllı sahile götürdü Gerçi Soçinin plajları, Nis sahili gi- bi, kumsal değil de hep çakıllı. Ama bizim gittiğimiz kısım, denize girilecek gibi değildi. Karadenize bakarak sand- viçlerimizi yedik ve aptal şoföre kendi aramızda söylendik. Otele döndük, o- telin rehberi olan bir genç kadını ya- nımıza aldık ve dolaşmaya çıktık. Svetlana -rehberin adı- yirmibeş yaş- larında, topluca fakat güzel yüzlü: tir kadın. Fransızca ve ingilizce konuşu- yor. Bize Soçinin içini gösterdi : Din- lenme evleri, Stalin devrinin yadigârı stasyon binası, tiyatro, asıl plajlar. Soçi deyince, tabii hatırıma Hrutçof geldi. Hrutçofun Soçide dinlendiğini kaç defa okumuştum. Svetlanaya .bir ara "Hrutçofun dinlendiği yer nere- sidir?" diye sordum. Genç kadın bir ara durakladı. Kızardı ve bozardı. "Ca- nım, ne olacak?» dedi. Israr ettim. "Burada dinlenmezdi, Gagra ve Pit- sundada kalırdı" dedi, dikkati çekecek bir şekilde lafı değiştirdi. Bu arada "Turistler de hep bunu sorarlar" de- mekten kendini alamadı. Ben o akşam, yalnız kaldığımızda, Leonide bunun ne tuhaf bir şey ol- duğunu belirttim. Hrutçof artık ikti- darda değildi. Tamam. Ama ona alt HERKES OKUYOR DIŞ GEZİLER bir soruyu cevaplandırmaktan bir rus çekiniyordu. Neden? Belki de korku- yordu. Her halde, konu hoşuna gitmi- yordu. Leonid bunun böyle olmadığı- nı iddia etmek istedi. Güldüm. Ertesi gün bir hadise olacaktı ve ben daha çok gülecektim. Svetlanayla tekrar ko- nuştuğumuzda Leonid, sanki lâf ara- sındaymış gibi benden, Hrutçofu yeni- den sormamı istiyecekti. O zaman bir kahkaha atacaktım ve "Tabii, şimdi ne söylemesi gerektiğini kadına bildir- din, o da bunu tekrarlayacak, bu su- retle sen aklınca rusların Hrutçoftan bahsetmekten kaçınmadıklarını göste- receksin O, dündü Bizde böyle hal- lerde, geçti Borun pazarı, sür eşeği Niğdeye derler" diyecektim. Leonid kızaracaktı. Sirki sevdim. Bulgarlar, macarlar, çekler ve rumenler vardı. Tabii, bir de ruslar. Ortaya bayraklarıyla çıkıyor- lardı. Sirkin adı oDosttuk Sirki idi. Trapezciler, at ve köpek terbiyecileri, vahşi hayvanlar. Sirkler bana; insan- ların ve hayvanların benliklerini kay- bettikleri bir yer olarak gelir. Orada insanlara da, hayvanlara da ne iste- nilirse o yaptırılır. Sıkı bir rejim, di- siplin, çok zaman kırbaç altında de- vamlı çalışma ve aferin yerine geçen bir kesme şeker insanlara da, hay- vanlara da ilk nazarda inanılmaz, ge- len bir mehareti verebiliyor. Otelin lokantasına yürüyerek dön- dük. Güzel, ılık bir Karadeniz akşa- mıydı. Her taraf mis gibi kokuyordu Nefis bir mehtap etrafı aydınlatıyor- du. Turistler hâlâ sokakları dolduru- yorlardı ve ağaçların altında öpüşen- ler, koklaşanlar vardı. Lokantada bizi bir sürpriz bekliyor- du. Votkamızı içiyor, yemeğimizi yiyor- duk ki orkestranın şarkıcısı söyleme- ye başladı: "Papatya gibisin tatlı ve ince.-” Bizim meşhur tangoyu türkçe söylüyordu. Hoşumuza giderek, biraz da şaşırarak dinledik, hararetle alkış- ladık. Sonra orkestranın aynı zamanda şefi de olan Şarkıcı masamıza geldi. Mükemmel türkçe konuşuyordu. Adı Vahanmış. Annesi, babası Trabzondan göç etmişler. Evde hep türkçe konuş- tukları için o da öğrenmiş. Türkiyey- le daima ilgili kalmış. Radyodan bizim şarkılarımızı dinlenmiş. Onların 'bazı- larım aranje etmiş. Bunları Soçide çok tutuyorlarmış. Vahan, Soçide. daha da göreceğimi» Türkiye ermenilerinin ilki oldu. 21

Bu sayıdan diğer sayfalar: