AKİS alanı. Küçük bir şehir. Asıl Soçi otuz kilometre kadar ilerde. Gene bir ga- zeteci, gene şoförlü bir siyah Zim bizi bekliyordu. Halbuki programı (biraz değiştirmiştik. Aslında, sabahleyin ilk uçakla gelecektik. Buna rağmen Bâ- küdan Soçiye zamanında haber vere- bilmişler ki bu, rus ölçüleriyle mü- kemmel bir başarı! Adler ile Soçinin arasındaki fazla dönemeçli yol nefis bir tabiat parçası- nın içinden geçiyor. Her yer yemye- şil. Eee, Karadeniz kıyısı, Bizim, Rize ile Pazar arası öyle değil midir? Yal- nız, yol daha bakımlı, etraf daha ba- kımlı. Yanımızdan durmaksızın, üs- tü açık turist otobüsleri ogeçiyor.Bir, beş, on, otuz.. Bir rehber, ekserisi sa- rışın yolculara bölgenin hususiyetleri - ni anlatıyor. Turistlerin çoğu Almanyadan gelme. Zaten bunların hemen hepsi, Demir Perde gerisindeki memleketlere mensup. Macarlar ve çekler de var. Rusyanın turisti henüz büyük ölçüde o kısımdan. Doğrusu istenilirse, omemleketlin ilgi çekici u- mumi özelliklerinin odışında, klâsik turisti cezbedecek bir şey (Sovyetler Birliğinde yok. Sovyetlerin can sıkıcı, kasvetli ,tadsız, bozuk malzemeli ha- yatlarını insanın parasıyla, tatil geçi- riyorum diye paylaşmasının hiç bir mânası mevcut değil. Her halde Sov- vi eğer batılı turist o istiyorlarsa ç olmazsa onların akşamları saat onbir buçukta lokantalardan kapı dı- şarı edilmelerine mânı olmalıdırlar. Otelimizin de adı Soçi. Soçinin en iyi otellerinden biri. Banyolu bir oda- mız var. Bâküdaki, bizim, taşra otel- lerinin havası yok. Çok daha modem, avrupai. Binanın ucuza çıktığı belli. Ama, ihtiyaçları karşılayacak bir tarz- da inşa edilmiş. Buna mukabil bütün rus otellerinin o özellikleri onda var: Bozuk sifonlar, gevşemiş musluklar, ters akan duşlar ve zımpara kâğıdına benzeyen tuvalet kâğıtlarıyla fena ko- kan sabunlar- (Tuvaletin kapağı da kırıktı. Karşılayıcılarımızla program yap- tık. Soçide birkaç gün kalacağız. Sov- yetler Soçiyle pek iftihar ediyorlar. Ben, fazla bir şey bulmadığımızı itiraf ederim. Soçinin dünyanın bir çok ta- rafında "kardeş şehri" varmışı. Tür- kiyede de bir kardeş şehir iştedikleri- nii'söylediler. Yalovayı salık verdim. Vakit akşamüstüye yaklaştığı ( için denize girelim, sonra şehirde bir ge- zinti yapalım dedik. Bir muhtelit De- mir (Perde gerisi memleketleri | sirki Soçideymiş. Görmek isteyip istemedi- 28 Ağustos 1965 gimizi sordular. "Olur" dedik. Yeme- gimizi sirkten sonra, otelde yiyecek- Leonid lokantadan havyarlı, jam- bonlu sandviçler yaptırdı. Mayolarımı- zı aldık ve deniz kenarına gittik. Fa- kat şoför şaşırdı. Bizi en iyi yer diye, bir uydurma, çakıllı sahile götürdü Gerçi Soçinin plajları, Nis sahili gi- bi, kumsal değil de hep çakıllı. Ama bizim gittiğimiz kısım, denize girilecek gibi değildi. Karadenize bakarak sand- viçlerimizi yedik ve aptal şoföre kendi aramızda söylendik. Otele döndük, o- telin rehberi olan bir genç kadını ya- nımıza aldık ve dolaşmaya çıktık. Svetlana -rehberin adı- yirmibeş yaş- larında, topluca fakat güzel yüzlü: tir kadın. Fransızca ve ingilizce konuşu- yor. Bize Soçinin içini gösterdi : Din- lenme evleri, Stalin devrinin yadigârı stasyon binası, tiyatro, asıl plajlar. Soçi deyince, tabii hatırıma Hrutçof geldi. Hrutçofun Soçide dinlendiğini kaç defa okumuştum. Svetlanaya .bir ara "Hrutçofun dinlendiği yer nere- sidir?" diye sordum. Genç kadın bir ara durakladı. Kızardı ve bozardı. "Ca- nım, ne olacak?» dedi. Israr ettim. "Burada dinlenmezdi, Gagra ve Pit- sundada kalırdı" dedi, dikkati çekecek bir şekilde lafı değiştirdi. Bu arada "Turistler de hep bunu sorarlar" de- mekten kendini alamadı. Ben o akşam, yalnız kaldığımızda, Leonide bunun ne tuhaf bir şey ol- duğunu belirttim. Hrutçof artık ikti- darda değildi. Tamam. Ama ona alt HERKES OKUYOR DIŞ GEZİLER bir soruyu cevaplandırmaktan bir rus çekiniyordu. Neden? Belki de korku- yordu. Her halde, konu hoşuna gitmi- yordu. Leonid bunun böyle olmadığı- nı iddia etmek istedi. Güldüm. Ertesi gün bir hadise olacaktı ve ben daha çok gülecektim. Svetlanayla tekrar ko- nuştuğumuzda Leonid, sanki lâf ara- sındaymış gibi benden, Hrutçofu yeni- den sormamı istiyecekti. O zaman bir kahkaha atacaktım ve "Tabii, şimdi ne söylemesi gerektiğini kadına bildir- din, o da bunu tekrarlayacak, bu su- retle sen aklınca rusların Hrutçoftan bahsetmekten kaçınmadıklarını göste- receksin O, dündü Bizde böyle hal- lerde, geçti Borun pazarı, sür eşeği Niğdeye derler" diyecektim. Leonid kızaracaktı. Sirki sevdim. Bulgarlar, macarlar, çekler ve rumenler vardı. Tabii, bir de ruslar. Ortaya bayraklarıyla çıkıyor- lardı. Sirkin adı oDosttuk Sirki idi. Trapezciler, at ve köpek terbiyecileri, vahşi hayvanlar. Sirkler bana; insan- ların ve hayvanların benliklerini kay- bettikleri bir yer olarak gelir. Orada insanlara da, hayvanlara da ne iste- nilirse o yaptırılır. Sıkı bir rejim, di- siplin, çok zaman kırbaç altında de- vamlı çalışma ve aferin yerine geçen bir kesme şeker insanlara da, hay- vanlara da ilk nazarda inanılmaz, ge- len bir mehareti verebiliyor. Otelin lokantasına yürüyerek dön- dük. Güzel, ılık bir Karadeniz akşa- mıydı. Her taraf mis gibi kokuyordu Nefis bir mehtap etrafı aydınlatıyor- du. Turistler hâlâ sokakları dolduru- yorlardı ve ağaçların altında öpüşen- ler, koklaşanlar vardı. Lokantada bizi bir sürpriz bekliyor- du. Votkamızı içiyor, yemeğimizi yiyor- duk ki orkestranın şarkıcısı söyleme- ye başladı: "Papatya gibisin tatlı ve ince.-” Bizim meşhur tangoyu türkçe söylüyordu. Hoşumuza giderek, biraz da şaşırarak dinledik, hararetle alkış- ladık. Sonra orkestranın aynı zamanda şefi de olan Şarkıcı masamıza geldi. Mükemmel türkçe konuşuyordu. Adı Vahanmış. Annesi, babası Trabzondan göç etmişler. Evde hep türkçe konuş- tukları için o da öğrenmiş. Türkiyey- le daima ilgili kalmış. Radyodan bizim şarkılarımızı dinlenmiş. Onların 'bazı- larım aranje etmiş. Bunları Soçide çok tutuyorlarmış. Vahan, Soçide. daha da göreceğimi» Türkiye ermenilerinin ilki oldu. 21