Dr. Hikmet Kıvılcımlıdan Semihaya sabahleyin yorgun Vilayet (o memurlarının öksürerek işe gittikleri bir sokak duruyor. Uzakta bir minare ve bir saat kulesi gördüm. Bu saat kulesi gecenin içinde kederli ve korkunç seslerle bitmez tükenmez saatleri çalıyor, Daha arkada çırılçıplak bir tepe, Tepede siyah ağızlarını esne- tor gibi alabildiğine açmış, irili ufaklı mağaralar mev- cud. Anlaşılan Çankırı yalnız "şirin bir vilâyet merke- zimiz" değil, tarihi asarla dopdolu bir hazine. Odamız o derece rutubetli ki havası ıslak bir tülbend gibi insanın yüzüne yapışıyor. Üç dane karyola verdiler. Ortada iki kişinin ayakta durabileceği kadar yer kaldı. Köseye bir saç soba kurduk. Duvarların altına (süslü dursun) diye kırmızı boya sürmüşler. Elbiselerimizir e- tekleri, ellerimiz, yüzümüz kıpkırmızı oldu. Maazallah düşmanlarımız görse (işte hamirleri yüzlerine vurdu.) diyecekler. Çaresiz kırmızı kağıtlar alarak süs boyaların üstünü çepeçevre kapattık. Size son gün oradaki odamı zı tarif etmiştim, şimdi burayı da anlatayım: Hemen iki kitap rafı yapdırarak duvara çiviledik ve resimler asdık. İki manyatür, Leonarda da Vinçiden iki portre: Bir danesi (Jokond), ve Sizin resminiz. Size bu mektubu yazarken saat gecenin onbiridir. Nâzım- la Doktor tekrar duvarlara hücum ettiler. Yeni resimler asıyorlar; Bir minyatürle yerli bir peysajın araşma ital- yan klâsiklerinden birinin kadın portresini (okoydular. Bir köşeye altı dane minare çivilendi. Yanyana iki afiş asdılar. -Lâf aramızda bizim oda, az bir gayretle yuka- rıda tarif ve tasvir ettiğim jandarma yemekhanesi du- varına benzeyecek.- eşyamızın noksanlarını süratle tamamlıyoruz. İki teneke ibrik ve iki gaz tenekesi satın aldık. Küçük bir tahta dolap yaptırdık. Bize üç masa ile bir iskemle verdi- ler. Masaların üstünü kırmızı kâğıtlarla kapladık. -Hep böyle konuşuyorum. Fakat bütün işleri yapanlar Nâzımla Doktordur. Ben arka üstü yatarak (aferin), (bravo), (mükemmel), (harikulade) diye gayret veriyorum. Onla- râ sorarsanız tenbellik ediyormuşum, halbuki böylece çalıştığıma kani olduğum için vicdanen müsterihim - İlk ve mühim karar: Traş olmamağa ahdettik. Sakal bırakıyoruz. Burada ziyaretçimiz olmayacak. Medeniyet ve icabları artık uzakta kaldı. Biz, birbirimize hürmet etmeği her sabah suratımızda jilet gezdirmekten ibaret saymıyoruz. -Şimdi ben bu satırları (oyazarken Nâzım yattığı yerden teklif ediyor: Yahu burada fotoğrafçı yok mudur? Birer resim çıkaralım.! - Yarın tahkik edeceğiz. Resim dediler de cesaretle aklıma. geldi. Galiba son çı- kardığınız fotoğraflardan bir danesini bana vermeği va- adetmiştiniz. Eğer mevcudu varsa o tebessüm eden res- minizden biir dane gönderin. Size baktıkça gönlümüz fe- rahlayacaktır. Buraya gramofon getirtmek istiyoruz. E- ger çok sevdiğiniz plâklardan bir dane gönderirseniz. si. zi ve sesinizi hatırlayıp gözlerinizi ve arkadaş yüreğinizi düşünerek çalarız. Plâğı Nâzımın annesine verseniz o göndermenin kolayını bulurdu. Acaba diyoruz Ankaraya yerleşmeniz dahâ münasip olmayackmı? Baharda ve yazın Ankara ile Çankırı ara- -ında günü birliğine tenezzüh trenleri işleyormuş, bizi görmeğe gelirdiniz! (Ben hâstalanacaktım da pazartesi günü odamızı görmek için mahbüshaneye girecektiniz. AKİS, 5 HAZİRAN 1965 Sizi Mae mi fırsatı kaçırdığım için hem mahzun ve hem mahcu Kusura bakmayın Adam başına "birbuçuk sahife yazacaktık. Hakkımı şımarıkça tecavüz ettim. Aldı kalemi Nâzım bakalım ne söyledi: Aldı sazı ele Nâzım bakalım ne dedi Kemalin yazdıkları içinde en akla yakını sizin fırsat bulun ziyaretimize gelmenizdir. Kemale resminizi vadet- mişsiniz, Doktor Hikmet de istiyor. Ona da gönderin Kara gözleriniz iki eski arkadaşı kanlı bıçaklı yapmasın. Doktor da istiyorsa kendisi yazar sana ne, demeyin. O mahcub delikanlıdır. Yahut Kemalin yanında mahcub sayılır. Ben sizin eski ağabeyiniz olduğumdan aklıma ge- leni yazabilir, ortalığa fitne girmemesi için tedbir alabi- lirim. Anneme arasıra ouğrarsanız sizi seven Oo kadıncağız memnun olur. Bize eliniz değerse fransızca okuyacak roman filân gönderin. Yalnız âşıkane olmasın. Aşk ki- tabta çekilmez şeydir. Feride çok çok selam Sözü Hikmete veriyorum: İyi yürekli artist arkadaş; Önce mektub triyo olacak denildi. Sonra Kemal Tahirin kemençesi melodram üslubuyla fazla romantiz- me kaçdı. Nâzımın sazı beni o kadar mahcub mevkiine düşürdü ki, Türkiyenin Opera kraliçesi önünde konuş- mak için bir hayli boğazımı ayıklamağa ve kendime çe- kidüzen vermeğe mecbur kaldım, denilebilir. Bu mektubun hakim psikolojisini şu sebeplerde görü- yorum: İstanbuldan Çankırıya kadar uzun ve müzmin bir tren zelzelesiyie geldik. Gece zelzeleden yeni kurtul- muş gibi tavanı sahici yıldızlarla süslü bir karanlık oda- ya sığındık. ve nihayet sabahleyin, sanki ansızın yer ya- rıldı ve biz toprağın içinde kayaları rutubetle kararmış bir mahzene düştük. Orada gömülüp kalacakmıydık? Ha- yır, İçimizde bir metre kalınlığındaki porfir taş divar- lara karşı beşeri yüreğin her şeyi eriten yumuşak ihtilâli ayaklandı "Bu dıvartar bizi öldüreceğine biz onları yere sereceğiz" dedik. Renkli kâğıtlar, tablolar, fotoğraflar- davarları bizim doğuştan meşrebimizdi. Fakat bu manevi ve dilsiz ihtilâlde bizim zafer levhalarımızı kalın zindan dıvar- larının alnına çakan vasıta ve silâh sizdendi, Bütün re- simleri siz getirmiştiniz. Biz, ölüm kadar soğuk dıvarlar- da güzel sanatın zaferini bir sanatkârın hediyeleri saye- sinde okumuştuk, Ve o sanatkâr sizdiniz. Böylece, güzel sanat âzası burada, hattâ bir yer altı mahzeninde ve biz öbür dünya insanları arasında bile peynir ekmek kadar huzur-ı ihtiyaç şeklinde görününce, niçin daha ilerisine gitmeyelim? Niçin güzel sanatın en kitlevi, en sâri tecellisini, sesin zaferini de istemeye, lim? Niçin sizin sesinizi de dinlemeyelim? Her ne kadar haddim değilse de - dermend Kemal Tahirle sazlı şair Nâzım ol ciheti unutmuş oldukların- dan. - müsaadenizle ben külli mahcubiyetimle beraber kardeşâne gözlerinizden öperim. Dr. Hikmet Kıvılcımlı 31