MİMARLIK Mimari ve Münekkit Tenkitsiz. sanat — olmaz" clıye * pbir söz vardır. Bunun en gü- zel — misallerinden birini bugün memleketimizde mimari sahasında görmekteyiz. Kemıyet bakımından yüksek olan mimari faaliyeti, ka- naatimce keyfiyet bakımından ar- zu edilen seviyeye ulaşmaktan u- zaktır. İyiyi kötüden, binayı mi- mari kıymeti haiz eserden tefrık edemeyen bir cemiyet; aza! temin etmeğe çalışan inşa atç ıl— hamını mahalli ıhtıyaçlarımızda, kendi mizacımız ve duyu: mızda aramayıp yabancı — memleketlerin mimari mecmualarında arayan bir mimar zümresi bu kıfayetsızlıgın sebepleri meyanında sayılabilir.' Fa- kat bunlardan daha da büyük nok- sanımız, münekkit yokluğudur; zi- ra yukarıda saydıklarımızın hep- sinin gelip dayandıgı nokta, de- ğerlendirici ve yol.' gosterıcının, boş duran mevkiidir. Bugün arada sırada bazı ede- biyat, sanat veya fikir mecmua- larında mimari — mevzuunda yazı- lara ve tenkitlere rastlıyoruz. Yal- nız bunlar, bazan çok — kıymetli olmakla beraber, programa bağlı esaslı etüdlerden ziyade, içindekini dökmek kabilinden kalem — alınan kısa makaleler olmaktan ileri gi- demiyor, dolayısıyla da beklenilen tesiri icra edemiyor. Edebiyat sa- hasında diğer sanat kollarından daha ileride bulunmamız, bilhassa kısa hikâye ve şiirde devamlı — bir gelişme kaydedebilmemizde edebi- yat mevzularının pek edebi mecmua ve hatta günlük gazeteler- de muntazaman yer almasının, i- lim çerçevesi dışına — çıkmaksızın tenkit edilip — değerlendirilmesinin az mıdır? Memleketımızde bade şiir, hıkaye yahut roman piyes yazarak hayatını kazanan edebiyatçının mevcut olmayışı, yenı edebiyat faaliyetinin para kaz. mak ihtiyacından ziyade sanat en- dişesiyle yürütülmesi, belki de yal- nız sanat hudutları dahilinde ten- kit yapılıp afaki hükümler veril- mesini mümkün kılmaktadır. Mi- mari, bir sanat Olmakla beraber, bir meslek, hem de çok kazançlı bir meslektir. Bu yüzden mimarla- rımızın tenkitten kaçındıkları, ten- kit meselesini mesleki itibarlarına halel getirebilecek bir faaliyet ola- rak telâkki ettikleri ve netice iti- bariyle mimari tenkii medeni cesaret isteyen zor bır ış haline in- tikal ettiği akla gelebilir. Halbuki tenkit, bir sanatkârın eserini kötü- lemek, zemmetmek veyahut aşırı derecede methedip göklere çıkarmak değildir, Tenkit, bir eserin — ilim, bilgi ve tarih sınırları içerisinde mütalâa edılıp mimari ölçülere vu- rulması, iyi tarafları olduğu gibi kötü taratları, kötü tarafları oldu- ğu gibi iyi tarafları ortaya dokulup bunların tahlil edilmesidir. Bir eseri sebep göstermeksizin, mimari esas- lara dayanmaksızın beğenmemek yahut tenkit değil şahsi hislere is- tinat eden sathi kanaat izhar et- mektir ki, ip hüküm sanat- kârın — olgunlaşması — bakımnıdan tehlikeli olabilir. Mimari sanatımızın gelişebilme- si için herşeyden evvel mimarları- mızın, aydınların ve cemıyetın, nı sanat lisanına vakıf olmaları ge- rekir. Şekil değişir, malzeme deği- şir, davranış ve ihtiyaçlar degışır, fakat sanat esasları ve ölçüleri de- gışmez Muasır mimarinin malze- mesi, şekli ve havası değişmiş ol- duğu için bu mimarinin yep yeni esaslara dayandığını sananlar ha- ta ederler. Bugün, Ayasofya kub- besi çapında bir kubbe betonarme kabuk olarak inşa edilebilir; bu ka- buğu taşıyan ayaklar ve sütunlar Ayasofyanın ayak ve — sütunların- dan daha ince olabilir; fakat ört- tugu ve ifade ettiği mekânın kali- sı dün neyse bugün de odur. Dü- mimarı ne ifade etmeğe ça- lışmışsa, bugunun mimarı da aynı şeyleri ifade etmeğe uğraşmakta- -. çıkmalarını samimiyetle edelim. Abdullah KURAN dır. Anlaşılması gereken nokta zan- nederim budur. Şekil, malzeme, fonksıyon üzerinde durmak, mima ri eserleri sathi olarak gormek ru- huna nüfuz edememektedir.. Tarih- ten beğendiğimiz şekıllerı alıp on- ları sanki dün yapılmışmış ibi gostermege çalışmak dogru değil- nesans mimarisinin esteti- ği bir taş duvara delikler açmak şeklinde tezahür etmiş, deliklerinin eb'adını taş lentonun taşıyahılecegı yük tâyin etmiştir. Zamanımızda betonarme inşaat va- parken rönesans kalıplarına sadık kalmak, betonarme karkasın içi- ni tugla ile doldurarak binaya san- ki yığma inşaatmış hissini vermek malzemeyı lâyıkiyle — kullanmaya- mimari esaslara yüz — çevir- mek demektir. Tarih en büyük ho- camızdır. Ama tarihe dönüp eski ürk mimarisinin şekillerini almak ve bu şekıllerın ıçerısıncle gunumu- zün ihtiyaçlarını, malze ve im- kânlarını tıkmaga uğra: mak, mi- mart değil şekilciliktir. Bu yolda çalışılmak isteniyorsa, eski Türk mimarisinin inceliğini, — zerafetini, detaya verdiği kıymeti, — velhasıl, güler yüzünü zamanımızın ıhtıyaç— ları ve imkânlarıyla — yoğurup havayı yakalamağa gayret etmek aha doğru olur. Kaba, zevksiz ve çirkin, Neo - Klâsik bir mimariye hâlâ sadık kalmak Birleşik Ame- rikanın çelik, alımınyum ve cam- dan mamul şakuli mimarisini henüz makinalaşmamış yurdumuzda tak- lide kalkışmak; iki asır Latın Ame— rika kilise ve saray mimarisine sas olan, gayet hareketlı Ispanyol Barok mımarısıyle, beynelmılel mi- mari tabir edilen muasır mimari- nin karışımmdan doğan modern Brezilya mimarisinin, ki de zacımıza uymadığı için, hareketini ve akışını nazarı ıtıbara almadan kabullenmek, sanatımıza ne dereceye kadar yardım etmektedir? İşte bugün, pek çok kabiliyetli mi- marımızın muhtelif istikametlerde tek — başına veya küçük gruplar halinde muvaffakiyet sırrını ara- makta bulunması ve — dolayısıyla mimarimizin bir hercümehrç içe- risinde bulunmasının başlıca sebe- bi, kanaatimce, yukarıda zikredi- len yolların ve daha başka stil- lerin etrailı tahlılını yapacak yan- lışı ikaz doğ eşvik edecek, va- zife ve mesulıyetını mül mü- nekkit yokluğudur. Bu güç vazife ve mes ulıyetı deruhte edecek mü- nekkitlerin bir an evvel sahneye temenni