Basın Tahditler eçen hafta içinde Ankara gazete- cileri, cemiyet lokalinde oturmuş haklarında alınacak tedbirleri konu- şuyorlardı. Bir kaç gün önce yenı bir basın kanunu hazırlandığını öğ- renmişler ve gazetelerine bildirmiş— lerdi. Basın işlerini tedvire Devlet Bakam Emin Kalafat'la eskı— den Ankara Savcısı olan Devlet Ba- kanı Cemil Bengü, nihayet meşrebi- ne uygun bir iş bulduğundan dolayı fevkalâde memnun olan Celal Yar- dımcı günlerdenberi bu tasarı üze- rinde çalışıyorlardı. Bu kanun çıkar- sa, gazeteciler de ona göre tedbirler almak zorunda kalacaklardı. Çünkü çıkarılacagından bahsedilen — basın kanunu 25 temmuz 1931 de Mecliste kabul edılen 1881 numaralı kanun hü kümlerim daha da ağırlaştırıyordu. Muhabirlerin öğrendiklerine — göre, gazetelerin sahip ve yazı işleri mü- dürleri için yüksek tahsil mecburi- yeti tekrar konuyordu. Fıkra yazar- ları da üniversite mezunu olacaklar- dı. Başbakanın alacağı "tedbirler" bu kadarla da kalmıyordu. Gazete- ciler sınıflandırılıyordu. Ankara, İs- tanbul, İzmir gibi büyük merkezler- deki gazete mümessilleri de bir yük- sek mektep bitirmiş olmağa mecbur tutuluyorlardı. Sonra, sekreterler, muhabirler de en az İlise mezunu o- lacaklardı. Gazete çıkarmak isteyen ler için mahallin en büyük mülkiye âmirine — 10.000 liralık bir. teminat mektubu verme şartı da tekrar kanu- na alınıyordu. Halbuki bütün bu ka- yıtlar vaktiyle denenmış ve tatbikat- ta hiç bir müspet netice vermemiş, basın hurrıyetım tahdit etmekten başka bir işe yaramamıştı. Kaldı ki bu hükümler 1864 de Agâh Efendi devrinde, çıkan ilk matbuat nizamna- mesinde bile yoktu; O halde bu hare- ketin sebebini, basın kanununu de- mokrasi rejimine daha uygun, daha modern bir şekle sokmak gayesinde değil, basının etrafındaki baskı çem- berini biraz daha daraltmak, basın mensuplarına daha hürriyetsiz bir hava teneffüs ettirmek arzusunda a- ramak lâzımdı. Bu haber gazetecıler arasında, Hükümetin beklediği ka- dar derin bir tepki — yaratmamıştı. Çünkü tasarıyı hazırlayanların unut- tukları bazı noktalar vardı. Gazete- ciliğimizde tahsil seviyesi yıldan yıla yükselmekteydi. Basın kanununa tah- sil mecburiyetini tekrar koymak, is- tenilen neticeyi yermiyecekti. Kaldı ki, bu şartlar eskiden de konmuş, ga- zeteler de yazı işleri müdürlerinin i- simlerini gazete — üzerinde değiştir- mekle — meseleyi halledivermişlerdi. Gene aynı yola başvurabılırlerdı Fık- ra yazarlarının ise, fıkralarının altı- na imza atmaları ile atmamaları ara- sında o kadar büyük bir fark yoktu. Cumhuriyet gazetesinin üçüncü sahi- fesini çevirenler sahifenin üstünde- ki küçük fıkrayı okuyunca altında imza olmasa da fıkranın Doğan Na- dinin kaleminden — çıktığım kolayca AKİS, 12 MAYIS 1956 anlıyacaklardı. Bu Bedii Faik için de, diğer tanınmış fıkra yazarları i- çin de böyle olacaktı. Bir hukuk pro- fesörü ise, gazetecilere daha kolay bir yol gosterıyordu Meselâ Bedii Faik'in unıversıte bıtırmış bir arka- daşı "Bir dam "Bedii Faik'ten dinledim" diye yazıp altına imzasını atabilirdi. Tenkid hürriyeti nlaşılan iktidar tenkid edilmek is- temiyordu. İsteseydi hürriyetleri kısmayı düşünmezdi. İktidara göre, iktidarı tutmayan gazeteler muhale- fet partılerı ile ışbırlıgı yapıyorlar, milleti "kıyam"a teşvik ediyorlardı. Suçları bu kadar ağırdı. Hatta ikti- darı tutmayan gazetelerin muha- birleri durup dururken "Sovyet Sefa- retinin bahçesi: film ve vesikalar atmak"la suçlandırılmak bıle isten- mişti. Gazeteciler yıldırılmak isteni- yordu. Alınan tedbirlerin başka hiç YURTTA OLUP BİTENLER P. hükümetleri devrinde basın hür- riyeti diye bir şey yoktu. Halbuki ba- kın 1938 yılında Hüseyin Cahit Yal- çın bu konuda ne diyordu: "Tenkid hürriyetinin — lüzum ve faydasını inkâr edebilecek bir kimse tasavvur etmiyorum. Fakat, bilhas- sa siyasi terbiyesi noksan olan hür- riyet ananelerine asırlardan beri alış- kan —bulunmayan — memleketlerde, meşru ve elzem tenkid hürriyeti na- mına yapılabilecek suiistimallerin vatana hakiki zararı dokunabileceği- ni her kalem sahibi idrak etmelidir. Arada bu vatani vazifede kusur ede- bilecek bir kalem görülürse ekseriyet onu mesleğinin şeref ve haysiyetini gözetmeğe mecbur edebilecek dere- cede şan hissi duymalıdır Zaten bu gün, ilmi sahada söz ve tenkid hürriyeti bizde tam surette mevcuttur.. Ben, beş seneden beri Fi- kir Hareketlerinde dünyanın bütün sosyal meselelerini ve fikre ait ha- B. M. M.' de parti gruplarının pencereleri Gazetecilere açık kalan yegâne yol.. bir sebebi olamazdı. Yeni tasarı üze- rinde çalışanlar daha başka tedbirler de düşünüyorlardı. — Gazeteciler gibi haberler de sınıflara ayrılacaktı. Ha- berlerin kaynaklarım bildirme mec- buriyetinin konması dahi akla geli- yordu. Gazeteci haberi verdikten son- ra, bilhassa siyasi haberlerde koman ter yapmamalıydı, haber tamamen objektif olmalıydı. Ancak bütün ted- birler alındıktan sonra gazetecileri "doğru yol"a getirmek mümkün ola- bilecekti. Ama tasarıyı hazırlayanlar hiç düşünmüyorlardı ki, demokrasi- nin birinci şartı basın hürriyetidir. A- caba hükümet bu tedbirleri aldıktan sonra "Türkiyede basın hürriyeti var dır" diyen, bir kimseye rastlayabile- cek miydi?. D.P. kurucuları muha- lefet yıllarında, bu memlekete haki- kiki basın hürriyetini getireceklerini vaadediyorlardı. Onlara göre, C. H. reketlerini tam ve kat'i bir istiklâl ve hürriyet dairesinde izah ediyorum. Dünyanın en hür bir memleketinde bile bundan daha fazla serbest suret- te yazı yazmağa imkân yoktur. Bir parti adamı da değilim. Böyle oldu- ğu halde, ilim ve kültür sahasını te- cavüz etmeyen bu en hür neşriyat resmen hiç bir mümanaata maruz kalmadığı gribi, ufacık bir ihtarı bile davet —etmemiştir." (Yenisabah 31 Mayıs 1938). O zaman tek parti devrindeydik. Şimdi ise çok partili siyasi hayatın içindeyiz. Aradan onsekiz yıl geçmiş olmasına ve en az onsekiz defa ileri gitmemiz icab etmesine rağmen, ka- pağında orak-çekiç çizili diye bir ka- rikatür dergisi hakkında takibat a- çılabilmektedir. İktidarın ve iktidar organlarının fikir ve basın hürriyeti anlayışının tipik — misallerinden biri 11