12 TEMMUZ BEYANNAMESİ HATIRLATILINCA.. Bu —memleket, demokratik haya- ta geçmemizden bu yana bir de- fa daha ağır tehlikeyle karşılaş- mıştı. Sene 1947 idi, Başbakanlıkta Recep Peker vardı, Recep Peker demokrasiyi herkesin anladığı ma- nada anlamıyordu. Kendisinin hu- susi bir demokrasi telâkkisi cuttu; daha oğrusu normal bir demokrasi telakkisi yoktu, lime inanmıyordu. İnanmadığını da saklamıyordu. Demokrasinin tabia- tı icabı olan mücadeleyi o, memle- kette huzursuzluk ve anarşi yarat- ma sayıyor, iktidara geçmek için çalışmayı ihtilal çıkarma mânası- u. Eski sisteme yürekten bağlıydı ve sistem — değiştirmenin mucip sebebini kavrayamıyordu. İ- nandığı ve müdafaası için azimli ol- duğu bütün inkılâplar tek parti ta- rafından gerçekleştirilmiş, bu mem- leketi tek parti yirmi beş yıl içinde muasır medeniyet seviyesine eriş- tirmişti. Hürriyetler ve insan hak- ları bahislerinde Recep Peker tota- liter düşünüyordu. Neydi bu, her Allanın günü mitingler? Neydi hu, ölçüsüz sözler? Neydi bu, yerde bir taş görenin onun üstüne çıkıp dev- leti, hükümeti terzil etmesi? Ne o- luyordu ihtilââl mi vardı? Devlet mefhumu, hükümet mefhumu ze- deleniyordu. Cemiyetin menfaati ferdin menfaatinin fevkinde tutul- malıydı, Bu fitne artık dinmeliydi. cep Peker buydu, ama böyle oldugunu hiç bir zaman saklama- mıştı. Ömrünün bir tek anında da- hi - gözden düştüğü zamanlar var- dı - miting meydanlarında demok- rasinin faziletlerinden bahsetme- miş, hürriyeti en asil ideal şeklinde tarif etmemiş, insan haklarının her şeyin üstünde bulunduğunu söyle- memiş, hayatının gayesi olarak çok partili rejimi övmemişti. Bilakis da- ima şef sisteminin taraftarları ara- sında yer almış, memleket menfa- atlerini o zaviyeden görmüştü. Hü- kümet başkanı olarak da kanaat ve prensiplerinin tatbikini vazife bili- yor, bir takım baldırıçıplaklara, “kasketliler" e uyulmaması gerek- tiğine İnanıyor, bunları icabında zor kullanarak susturmayı borç sa- yıyordu. Devletin kudretinin buna yeteceğine de kani bulunuyordu. 1947... Çok partili sisteme geç- memizin üzerinden sadece bir yıl akıp gitmişti. Tek parti devrinin ne âdetleri, ne endişeleri, ne de ha- raretti taraftarları kaybolmuştu. Yolun başında bulunuluyordu ve ge- riye dönmek hakikaten kolay sa- nılırdı. Nitekim Recep Peker hükü- metinin baskısı tesirini gösteriyor- u. Haziran ayında Devlet Başka- nına Eskişehirde - Eskişehir D. P nin en kuvvetti olduğu ve türlü ter- AKİS, 21 NİSAN 1956 tiplere rağmen seçimleri kazandıgı erdi - Demkorat ocak ve buca başkanlarının parti tabelalarım tes- lim etmekte uğu, —muhalefetin darmadağınık hale geldiği bildiril- . Bu, bir iftihar vesilesi sayılıyor- du. Demokratlar sindirilmişti. Re- cep Peker vaziyete hâkimdi. Ama devlet başkanının bu hadise karşı- sında memnunluk duymadığı hay- retle görüldü. Bilâkis üzülmüştü. — Demokratik hayata bu netice- ye varmak için mi girdik? O hakle başlamaya ne lüzum vardı?" dedi. Devlet başkanının bu reaksiyo- nunu dostları ve düşmanları başka şekillerde izah ederler. Dostlarına göre devlet başkam demokratik re- jime hakikaten inanıyordu ve sami- mi arzusu böyle bir rejimin memle- kette yerleşmesini temin etmekti. Tek ihtirası bundan ibaretti. Düş- manlarına gelince, onların ifadesi- ne bakılırsa Devlet Başkam halkın galeyana gelmesinden çekinmişti. Çok partili sisteme bir defa geçil- dikten sonra geri dönmek imkânsız- dı. Geri dönmeye kalkan "meselâ bir sabah karar verirse o günün akşamı dünya başına zindan ola- cak, "kendisini, arkadaşlarını ve teş- kilâtım bir kabusa atacaktır." Bunu düşündüğü zaman devlet başkanı- nın memlekette mutlak hakim oldu- ğu devirden bu yana ancak bir se- ne geçmişti ve kendisi hâlâ, mevcut kuvvetler üzerinde münakaşa edil- mez bir otoriteye sahipti. İzah tarzı ne olursa olsun ha- kikat, Devlet başkanının 1947 seno- si temmuzunda partilerin üzerine çıkmış bulunduğudur. — İktidarın muhalefetten, muhalefetin iktidar- dan şikayeti vardı. Devlet başkam, hem de iktidar partisinin Genel Başkam sıfatım hukuken taşıdığı halde - çok partili rejime girmemi- zi müteakip partiyi Genel Başkan Vekili fiilen idare ediyordu - yük- sek hakem rolünü oynamaktan çe- kinmedi. Hattâ tarafsızlığı, haklı olan muhalefeti teşvik etmeğe ka- dar götürdü. İktidar, muhalefetin iktidara geçmek için çalışmalarına tahammül etmek zorundaydı; bunu icap ettiriyordu. Ne miti lere, ne nutuklara mani olunabılır— di. Madem ki yeni bir sistemi be- nimsemiştik, onun bütün kaideleri- ne riayetle mükelleftik. Demokrasi bir tane ydi; "Recep Peker demok- rasisi" veya "batılı demokrasi" diye iki demokrasi yokt Devlet başkanına 1947 yılında kızmak kabildi, ona bin tane kusur da bulunabilirdi. Ama o yılın tem- muz ayında vazifesini tam bir dev- let adamı olgunluğu içinde ve em- sali ancak gelişmiş batı memleket- lerinde görülebilecek şekilde ifa et- tiğini inkâr etmenin imkânı yoktur. Dostlarının dedikleri gibi bunu, re- jime samimi surette inandığı için yaptıysa zihniyetinden dolayı teb- rike şayandır Yok baskı yoluna gi- herkesin anladığı mânadaki demokratik rejimin en tabii icap- ları olan söz hürriyeti, toplanma hürriyeti, basın hürriyeti tekrar kaldırıldığı takdirde dünyanın ba- şına zindan olacağını düşündüyse memleketi felâkete — sürüklemediği için kendisini takdir gerekir. Her halde 12 Temmuz Beyannamesi ye- ni rejimimizin bir dönüm noktası- dır ve o tarihte Devlet Başkam hattâ kendi başbakanını haksız ilan edecek kadar tarafsız kalarak si- yası partiler arasında açılan uçuru- apamağa muvaffak olmuştur. Eger değişik bir zihniyete sahip ol- saydı, eğer Çankayada kalmağı ha- yatının gayesi bilseydi, eğer arka- sında uzun bir devlet adamlığı ma- zisi bulunmasaydı cılız demokrasi- miz doğumundan bir yıl sonra gö- çüp giderdi. Onun göçüp gitmesi Recep Peke- ri veya Devlet başkanını iktidarda bırakır mıydı? Asla! Tıpkı Pero- nun devrildiği gibi onlar da devrilir- ler ve memleketlerinin tarihinde e- bedi bir yüz karası olarak kalırlar- dı. O tarihte demokrasi şarkılariy- yet alışkanlığı gönülleri kaplama- mıştı, O tarihte şef karşısında du- yulan korku yerini medeni hislere bırakmamıştı. Ama gene de devri- lirler, gene de ısımlerım lekelerler- di. Zira Türk milleti demokrasi ha- yatına hazır hale gelmişti. Demok- rasiyi herkesin anladığı gibi anla- maktan ve onu yerleştirmeye çalış- maktan başka çare yoktu. Haki- katler görmemezliğe gelınemezdı. Hakikatler görülünce de devlet baş- kanlığı vazifesini Anayasadaki ma- nasiyle anlayan bir insanın başka türlü hareket etmesine imkân yok- tu. Devlet başkanı son merciydi, devlet başkanı memlekette huzurun garantisiydi, devlet başkam bir ta- kım politik endişelere âlet olamaz- dı. Rejim bakımından bir tehlike baş gösterdiğinde taraflardan biri lebinde vaziyet almak yerine iki ta- sızlık içinde hal çaresi bulma mevkiindeydi. 12 Temmuz Beyan- namesi, Demokrasimizin geçirdiği ilk vahim tehlike karşısında bu va- zifenin ifa edildiğini gösteren vesi- kadır. Zafer gazetesinin o vesikayı kü- çümsemesi karşısında 1947 yi iyi hatırlıyanların duşuncelerı işte bunlardan ibarettir!