MUSİKİ Konser Meçhul şef Cumburbaşkanlıgı Orkestrasıza ge- n Cumartesi günkü konserinde ıdare eden misafir şef — hakkında, programdaki notlara bakarak bılgı edinmek isteyenin eli böğründe ka- lırdı. Kimdi bu ihtiyar zat? Nereden gelıyordu" Şöhreti, yaptıkları ney- di? Hatta, misafir şefin doğru ismi- de Pvingsheim, programın bir yerin- de Prin Gsheim, başka bir yerinde Prigsheim diye yazılmıştı Meçhuller bununla bitmiyordu: programda, "Eski Japon Dansı" gıbı müfret bir, ifadenin altına üç parça sıralanmıştı apon Dansı" mişti, bunları? Ne münasebetle filar- moru konserinde Japon musikisi çal- mak gerekmişti? İşin içinden çık- mak maksadiyle program notlarına müracaat edenler, yeni meselelerle karşılaştılar ÜUç parçadan birincisi- nin "Siamlı bir kompozıtor olan Pra- sidh Silapabanlen" e ait bir inter- mezzo olduğu belirtiliyordu. Fakat "Siamlı kompozitör" e ait tek bir satır bile izahat yoktu. Neyin nesiy- di bu Prasidh Silapabanlen? Hangi devrin bestekârıydı? Musikisi neyi temsil ediyordu? Eseri, bir sahne musikisinin — intermezzo'su muydu? oksa müstakil bir parça mıydı ? Diğer parçalar hakkındaki izahat da daha fazla aydınlatıcı değildi. Edebi değeri haiz ve ihtiva etti- ği bilgiler araştırma ve — inceleme mahsulü olan program notlarından vazgeçtik. Bir konser hakkında en iptidai bilgileri veren ve "bu kısmı tahta nefesliler ve yaylılar için yazıl- mış derin bir muhayyile mahsulü- dür" gibi harika cümleleri olmayan izahat, bir dinleyicinin tabii hakkı sayılmalıdır. Gene Egmont İsminin çeşitli versiyonlarından bi- ze en makul gelenini kullanalım, şef Prıngsheım Beethoven'in Eg— mont uvertürünün daha ilk ölçülerin- de konserin nasıl geçeceğini ima et- ti. Hareketleri sert ve tutuktu. Tem- poyu veren kolu sanki görünmez bir elin yardımıyla hareket — ediyordu. Eser hafızasına yerleşmemiş gibiy- di. Bir sonraki ölçüde ne olduğunu kestirmeye çalışan bir tavrı vardı. Neticede, orkestranın maskotu hali- ne gelen bu uvertür, her zamankinden daha tesirsiz oldu. Japon parçaları ne bilhassa ka- bılıyetlı bir ne de hünerli bir orkestraya İ tıyaç gosterıyorlardı Siyamlının intermezzo'sunda, kom- değerlerinden ikinci sınıf salon musikisi Bangkok'un Avrupaı bir lokantasın- da akşam yemeği yenirken çalınan bir parça da olabılırdı ve Uzak Şark AKİS, 7 NİSAN 1956 ile nihayet bu nisbette bir alâka id- dia edebilirdi. Pringsheim tarafından tanzim edilen iki Japon dansında i- se - biraz gayret göstererek - Ja- ponya'ya ait olduğu sanılan melodi- ler sezilebilirdi. Fakat bunlar, öyle- sine yabancı ve şahsiyetsiz bir or- kestrasyonla sunuluyordu ki, Japon karakteri tamamen silindiği gibi ken- di vasıftarıyla — beğenilebilecek bir eser de ortaya çıkmış — olmuyordu. Şüphesiz ki Puccini yahut Ketelby daha iyi şark musikisi yazmışlardı. O gün salonda bulunan Japon sefa- retinin bir mensubu, bu komik par- çaları dınledıgınde herhalde memle- etinin musikisinin böylesine yanlış tanıtılması karşısında üzüntüsünden kahrolmuştu Mendelssohn'a sempati Meçhul şef, Mendelssohn'un Beşin- ci Senfonisinde daha rahat, da- ha güvenliydi. Eserı sevdıgıne 'hük- medilebilirdi. Zaten "Reform" sen- fonisi, dini duygularla bestelenmiş olmasına rağmen, sevilmeyecek bir eser değildi. Bestekarın protestan sofuluğu bizi alakadar etmezse de, eserin bu sayede kazandığı samimi ve zengin ifade, Mendelssohn'un her zamanki saglam tekniğiyle birleşe- rek, bugün, neden "İtalyan" yahut "Skoç" senfonileri kadar — rağbette olmadığını anlamadığımız bir senfo- ni meydana getırmışt ner'in "Meistersinger" prelü- dünde ise şef, orkestra grupları ara- sındaki muvazeneyi — sağlayamadı. Madeni nefesliler, hele kornolar, ses- lerini sanki ne pahasına olursa ol- sun duyurmak için var kuvvetleriy- le haykırıyorlar ve yaylıların nahif sesini boğuyorlardı. Bu çan Wagner'in eserleri arasındaki farklı mahiyeti de böylece beliremedi. Eser, mizah unsurundan mahrum kaldı; zerafetinden sıyrıldı; ortaya sadece yersiz bir ciddiyetle - azameti ve tantanası bırakıldı. ne de orkestranın çalışı, alıştı- gımızın üstündeydi. Bir gayret, bir iyi niyet seziliyordu. Madeniler az daha müzikal olabilseler, yaylılar daha dolgun ve renkli bir ton çıka- rabilseler, üçgen çalan zata biri ritm Öğretse ve sembollerden tencere se- si çıkarmasaydı ikinci sınıf bir şefe rağmen tatmin edici bir — orkestra konseri dınlemış olabilirdik. Gençlik ve Mozart Solist 14 yaşındaki vıyolonıst Ati>» la Aydıntan, Mozart'ın La Majör Konsertosunda konserın yuksek nok- tasıydı. Karşımızda, hatalarını mü' samaha ile karşılamamız — gereken, teşvik için beğenmeğe mecbur oldu- ğSumuz bir çocuk değil, İyi bir viyo- lonist vardı. Eseri bir bütün halinde kavramıştı. Hatta tuhaftır - ka- danslar bile konsertonun tabii bir parçası haline geldiler. Genç Aydın- tan'ın, ifade bakımından tereddüde düştüğü, manasını anlamadığı tek bir cümle yoktu. Mekanik bakımdan küçük vibratolu tonunda Mo- zart'a yaraşan bir tazelik, — anlayı- şında birçok pişkin viyolonistte bu- İamadığımız bir saflık vardı. Bir piyanist On piyanistten dokuzunun neden re- sitallerini Bach ile açmakta ve da- Attila Aydıntan Sağlam bir arşe 31