tasarlanmıştı, fakat sanatkâr Ame- rikalı dinleyiciler huzuruna çıktığın- da siyasi durum gene bozulmuş, so- ğuk harp gene başlamış bulunuyor- du. Amerika ile Rusya — arasındaki kültür alışverişini Ruslar gene en- gelliyorlardı. Yehudi Menu- hin'in Rusya'yı ziyareti, artık kati- leşmişti. Fakat Amerika tarafından gelen diğer bazı teklifleri — Ruslar reddetmeğe — başlamışlardı. Meselâ, büyük caz trompetisti Louis Armst- rong'un Rusya'da konserler vermesi- ni. "Armstrong mürteci bir musikiyi temsil ettiği için" kabul etmemişler- di. Herhalde Sovyet makamları, ken- di bestekarlarının çalışmalarına koy- dukları tahditlerle — bizzat mürteci musikiyi desteklediklerini, bunun ticesinde bir çok Sovyet bestekârı- nın, ancak burjuva düğünlerinde ça- hnabilecek parçalar bestelediklerini akıllarına getirmek istemiyorlardı. Herşey bir tarafa, Oystrah'ın i- kinci resitalinde de halkın tezahüra- tı birincisinden farklı değildi. Hatta New1 Türk'ün konser salonlarının, si- nemalarının ve tiyatrolarının pi- larında hemen hiç rastlanmayan ka- raborsacılar bile o akşam, Carnegie Hall kapısında dolaşıyorlar, biletsiz oldukları halde içeri girebilmek ümi- diyle gelenleri kolluyorlardı. yıllardır çeşitli vasıtalarla yapama- dığı şeyi yapmış, önce Gilels, sonra da Oystrah vasıtasiyle Amerikan halkının kalbini kazanmış sayılabilir miydi? Her ne kadar böyle bir sua- le kati bir cevap vermek içki bir Gal- lup anketine başvurmak — gerekirse e, musikisever psikolojisinin sanat ile politikayı ayırdığını bilenler, böy- le bir tehlikenin mevcut olmadığını söyleyebilirler. — Oystrah'ın çalışı, bu muazzam te- halükü ve tezahüratı asla — haklı gostermıyoı'du İyi bir viyolonist ve iyi bir musikişinas olduğu muhak- kaktı. Fakat teknıgı yuzde yüz mü- kemmel değildi. Her eseri aynı tef- sir kudretıyle, aynı anlayış derinli- ğiyle çalamıyordu. Eski musikide üslüp sıkıntısı çektiği barizdi. Lec - lair sonatında talileri temiz icra ede- mıyor, hızlı muvmanlardaki hafifli- ğine ve zerafetine rağmen, ağır muv- manları sürüklüyordu. Beethoven'in Fa Majör Romansında kuru ve ruh- suzdu. Bun mukabil Brahms Re Minör atının icrası hemen hemen mukemmeldı Prokofıyefın Re Ma- jör sonatı, birinci muvman hariç, başarıyla çalmdı arçalarda Ce- Frai sonatından — resitatif, konserın belkı en buyuk tesir kud- retiyle icra edilen parçası oldu. Fa- kat Debussy'nin lair de Lune'üne zevksizlik hakımdı Bu hele, viyolo- nistin zevkinden şüphe etmeyi gerek- tiren kaydırmalarda kendini göste- riyordu. Ayrıca, Oystrah ile refakat piyanisti Yampolski (çok iyi bir pi- yanist) arasında — oda musikisi an- laşması yoktu. Herhalde bu ayarda bir konseri, dünyanın başka.yerlerinde birçok va- satın üstünde viyolonist de verebi- lirdi. AKİS, 10ARALIK, 1955 S P O R Beşiktaş - Fenerbahçe maçı Kale önünde bocalama Futbol Milli kadro F utbol Federasyonunun geride bı- raktığımız hafta içerisinde milli takım namzetlerini tespit etmesi en fazla alaka uyandıran bir mevzu İdi. Çünkü beğendiğini seçmek mevkiin- de olan - federasyonca - selâhiyeli, bir kısım otoritelerce — selâhiyetsiz müşavere heyeti nihat kadroyu aca- ba nasıl tespit edecekti? Bu aynı za- manda seçicilerin kullandığı ölçüyü göstermek bakımından da mühimdi. vvelki senelerde — seleksiyonerlerin renk tesirinden kendini kurtarama- dıkları malümdu. Vakıa bu iste ku- lupçuluk gozlugu kullananlar çok a ğır şekilde tenkidlere ugramışlardı Ama; tenkid onları ikaz etmemiş ve ayni hatayı tekrar etmelerine mani olamamıştı. Teşkilâta bilhassa muha- lif olanlar milli kadronun ilânını bu sebeple beklemekte idiler. Çatabil- mek için bundan güzel bir fırsat ele geçer mi idi? Fakat doğrusunu söy- lemek İcap ederse, ilân edilmiş olan kadro pek de fena değildi. Haksızlık yapılmıştı denemez. — Yalnız sadece Galata saraydan İsfendiyar, Adalet- ten Selâhattin, Beşiktaştan Ahmet ve Beykozdan Fahrettine de şaris veril- mesi lâzımdı. Bu arada bir de bazı buyuk kuluplerden kadroya davet edil- miş ismen kuvvı akat form ba- kımından zayıf olan bir iki eleman da sayılabilirdi. Ama bu gençlerin milli maçların havasına iyi uydukları ve muvaffak oldukları düşünülecek 0- lursa seçicilerin niyet ve, maksatları daha iyi anlaşılmış olurdu. 18 Ara- lıkta Portekizle İstanbulda ve 25 A- ralıkta Fransa milli takımı iki Pa- riste yapılacak olan milli maçlara ta- kımımız muhtelif hususi maçlar ya- parak hazırlanacaktır. Jünior — takımı Kısa boylu, şişman bir şahıs: "Hiç kimsenin antrenmana alınmasına müsaade etmiyorum" dedi. Bu sözü söyleyen zat genç milli takım antre- nörü Refik Osman Toptu. Hadise ge- çen hafta içerisinde Eyüp sahasında cereyan ediyordu: Gerçekten antre- nör'ün hakkı yok değildi. Çünkü ba- zı kulüp idarecileri kabiliyetleri meç- hul gençleri gelip görüyor, — onlara bir takım cazip teklifler yapıyordu Bu ise amatörlüğe vurulan bir dar- beydi. Çocuk, - demek daha doğru o- a - kendisini tanımadan parlak tekliflerle karşılaşınca bunları kabul ediyordu. Genç milli takımımızın son senelerde birden zayıflamasının mü- him sebeplerinden biri de bu idi. O gün genç milli takımın iki ant- renörü ve İstanbul Futbol Ajanı Se- dat Taylan beraberce jünior takım kadrosunu tesbit ettiler. Gerek ant- renör ve gerekse ajan genç takımda pek çok kıymetti eleman bulunduğu- nu, bunların sistemli bir şekilde çalış- tırılması ile ilerde yapılacak olan milli temaslardan iyi bir netice elde edilebileceği kanaatinde — olduklarını söylüyorlardı. Bu sadece İstanbul ta- kımı idi. Diğer bölgelerde ayni şekil- de çalışmaktadırlar. Bakalım bütün bu gayretler arzulanan genç bir on biri verebilecek midir? Lig maçları U zun boylu, iri yapılı bir adam ko- şarak sırtındaki paltosunu ve ce- 31