RADYO Ankara Programlarda lâubalilik Geçen hafta içinde bir gün Radyo evi mensuplarından biri elındekı gazeteyi arkadaşlarına gösterdi ve hepsinin hayret nazarları önünde o0- kumağa başladı. Gazete, Milliyet ga- zetesi idi ve dördüncü sayfasında kı- sa bir haber neşretmişti. Ankara rad- yosu mudurlugune, İstanbul radyosu ürü Nevzat Atlıg getırılıyordu Gazete, bu tayinin "ıslahat" maksad ile olduğunu da haberinde belıı'tıyor— du. Radyoevinde çalışan herkes - şef- ler müstesna - Nevzat Atlığ'ın An- kara radyosuna mudur tayin edilece- ği haberine sevınmışlerdı Çünkü, her biri biliyordu iki, Ankara radyosu günden güne değerinden kaybediyor, en iyi radyo olabilmek şansına ma- lik iken, ehliyetsiz ellerde bocalıyor- du. Radyo ıdarecılıgının bir ihtisas ve otorite isi olduğundan kimsenin şüp- hesi yoktu. Nevzat Atlığ'ın İstanbul radyosunda bu iki esası meczederek faaliyet gösterdiğini herkes biliyordu. İstanbul radyosu yenılıklerı ıle prog- ramlarındaki düzgün tarz dinle- yıcıyı tatmin etmekle, üç radyonun en iyisi unvanını kazanmıştı. İstanbul radyosu elindeki imkânlar zorlamış, yeni programlar hazırlarken, bunla rın geçen senelerin birer kopyası - hem de acaip bir kopyası - olmama- sına dikkat etmişti. Mesul şahısları- nın istenilen ölçüde hareket etmeleri, yapılacak işlerin daha önceden birer programa tabi tutulmaları neticenin mükemmel olmasına sebep olmuştu. Her bir programı ele alırsanız, her birisinde diğerinin tekrarı olan hiç iİr esas göremiyecektiniz. Her biri- sinin dinleyiciye yeni şeyler kazan- dırmasının şart olduğunu İstanbul radyosunun ileri gelenleri takdir et- mişlerdi. Bu şekil tayin haberleri çıkarken - maalesef tahakkuk etmedi - Ankara radyosunun müdür vekili Türkçe öğ- retmeni İskender Cenap Ege, bir kokteyl partide sırtını duvara daya- mış, gazetecilerle konuşuyordu. Hak- kındaki neşriyatı muhakkak ki be- ğenmemişti, lehinde pek az satır gö- ze çarpmıştı. Fakat, bugünkü radyo- nun feci haline rağmen Iskender Ce- nap Ege, gazetecilere "benim si kuvvetli bir duvara dayanıyor" dıye övünmekten de kendisini alamamıştı. Gazetecıler, bu kuvvetli sırtın rad- yo icraatı ve programları olmasını çok temenni ederlerdi. İskender Ege- nin bunu söylerken daha başka şey- lere dayanması icabederdi. Tatbik olunmayan program albuki, bir çok bozuklukları İs- ender Ege'nin düzeltmek sure- tiyle iftihar etmesi kabildi. İşe, mat- bu programları eline almak ve bu programlardan radyonun neşriyatını takip etmek ile başlıyabilirdi. AKİS, 10 ARALIK, 1955 Radyoların . üçünün de ramları evvelden tesbıt edılıyordu 0 kadar ki, şu veya bu saatte hangi musiki bolumu un radyoda yer ala- cağı biliniyordu. Bunlar tesbıt edili- yor, hattâ hangi şarkıların söylene- ceği de birer birer tayin edılıyordu Her üç radyoda bu programlara ay- nen riayet edılmesı - anormal durum olmazsa - şar Çünkü, bu prog- ramları matbu hale getırmek gaze- teler vasıtasiyle neşretmek suretiyle radyo idareleri efkârı umumiyeye an- gaje olu yorl ardı. İzmir ve İstanbulun, matbu prog- ramları tatbık ettikleri bir vakıa idi. Fakat Ankara radyosu bunun dı- şında kalmakta adeta ısrar gösteri- yordu. İskender Cenap Ege, bu husu- su, matbu programı radyo neşriyatı ile mukayese suretiyle tesbit edebi- lirdi. Mısal mı istiyordu? Bunun en İyisin iş arkadaşı Naci Se- rez verebılırdı Ikı haftadan beri mat- bu programda Naci Seresin hazırla- dığı "Musiki ve Hikâye" programı i— lân edilıyordu Radyoyu o saatte çan hayret etmekten kendılerını alamıyorlardı deta yok edilmişti. programı kaldırmıştı, fakat matbu programlar "Musiki ve Hikaye" ya- yınının yapılacağını saat tasrih ede- rek gösteriyordu. Bazan o türlü tu- haf hareketleri oluyordu ki, spiker "şimdi operasevenler saatını açıyo- ruz" diyordu. Bir müddet hakikaten bir operadan parçalar çalınıyordu, birden spiker araya giriyordu. Yanlış hk olduğunu söylüyor, operasevenler saatini kapıyor, yerine Muallâ Aracı- şarkılar programını koyuyordu. Tabıatıyle Muall Aracı, sesinin bü- tün gücü ile "teganni" edıyoı'du men her gün bu türlü hareket- lere rast geliniyordu. Müdür vekilinin bunlardan habersiz olmaması ve bun- ları kaldırması gerekirdi. Halbuki, her gün olagelen bu türlü tuhaflık- lar, radyoevinde gayet normal hadise imişeesine karşılanıyor ve cevaplanı- yordu. "Zaruret bunların yapılmasına yol açtı" deniliyordu. 1ca, programlardaki mükem- mel olmıyan taraf, hazırlıksız mikro- fon önüne çıkış, mahzurlar ve tatsız haller meydana getiriyordu. Adeta, radyonun büyük programları ya bir- birinin tekrarı veyahut da saat dol- durmak için bulunan gayretkeşlıkle- rin birbiri arkasından sıralanışı idi. Meselâ, her pazar günü daldanda- la programı vardı. programda Er- doğan Çaplı'nın bulduğu bir takım musiki elemanları mevcuttu. alk bunları belkı tutuyor, belki de tut- muyordu, Fakat i ramı başlıyordu. Bu programda, he- nüz üzerinden on iki saat geçmeden, gene Erdoğan Çaplı kentetini veya Erdoğan Çaplı'nın daldandala saatin- de dinlettiği musıkıyı buluyorduk. Bunlara lüzum yoktu. Herhalde ele- man kifayetsizliği bahıs konusu ola- mazdı. Radyoevi gibi seyyal olması icap eden bir müessesede, yeni ele- manlar bulunup, yenı seslere yer ve- rebilmek pekâlâ kabildi. Başka mısaller verilebilirdi. Çar- şamba günleri "Musiki komedi" adı altında bir hususi program dinletti- riliyordu. Bu programın ismi ile mü- tenasıp olması lâzım'gelirdi. Dinleyi- n hem musiki ve hem de komedi bulması icap ederdı Halbuki, tama- men aksi oluyordu. Derme çatma bir musiki ile başlanıyor, meşhur Nat Pinkerton hikâyelerinden sonra, bir kışıye fıkralar anlattırılıyordu. Dün- a radyoların erika- daki radyoların büyük programların- da fıkralar anlatılmaz değildi. Fakat, bu işin ustası olanlar bu vazifeyi ü- zerlerine alırlardı. Meselâ Bob Hope, nny K erika' radyolarında fıkra anlatmak suretiyle dinleyiciyi güldürüyorlardı. Ancak, her birisinin kendisine mahsus bir espri tarzı ve konuşma mukemmelıyetı vardı. Her birisi, yeni fıkralar buluyorlardı, ye- ni esprıler icat edip mikrofonun önü- lardı, yaratıcıları kendi- aki maharetleri bu fıkraların daha guzel olmasını temin ediyordu; fakat aslolan yeni bir şey- ler bulmak noktasında toplanıyordu. Halbuki "Musiki ve Komedi" de ko- mik fıkralar anlatan kimse hıç biri yenilik getirmiyordu. Biraz lâz şivesi ile konuşuyor, bir kaç kürt tipi can- landırıyordu. Anlattığı fıkralar ga- zetelerin pek çoğunda çıkmış olanlar arasından seçiliyordu. Meselâ, Burhan Felek'in yazdığı haftalık uzun fıkra- lar, tipik istihzalar, yenı ve kendisi tarafından bu lunmuş imişçesine tek- rar ediliyordu. Bu, muhakkak doğru bir yol degıldı Hem radyonun saat- lerini işgal etmek, hem de beylık ba- zı fıkraları anlatmak. Bun dern bir radyo ıdarecılıgı ıle telıf et- mek mümkün olamaz - 5 - E seR ü N er bu türlü fıkralar ile halkı guldurmek isteniliyorsa, onun hafı- zasına yerleşmiş olan fıkralar ile bu işin yapılmaması icap ederdi. Netice, üşütmekten başka şey olmuyordu. Spikerler S on günlerde radyoevine arız olan bu türlü laubali hareketlerin her dakika dinleyici önünde olan spiker- lere de sirayet ettiği gözden kaçmı- yordu. Bir günde iki defa üç defa şahit oluyorduk. Bir spiker bayan. bir bankanın ilânını okurken, birden gülmeğe başlıyordu Mikrofonu kapı- yor, gülmesi geçinceye kadar bekli- yor ve devam ediyordu. Sinir bozuk- luğu, işine aynı cıddıyet ile devam etmesine mani oluyordu ve tekra gülmeğe başlıyordu. Sankı o ılanlar arada gülmeli bir fon musikisi ile is- tenmiş gibi, gülüyor, susuyor, konu- şuyordu. hayret verecek ve bir mü- essesenin ciddiyeti ile telif olmıya- cak işlerdendi. Düzeltilmesi imkânsız olmayan işleri düzeltmemekte ısrarın sebebini de kimsenin anlaması müm- kün değildi. Böylece radyo, kendi â- leminde, sadece mensuplarına kendi- sini dinletmek istercesine bir eda İle icrayı sanat eyleyip gidiyordu. 19