Adabı Muaşeret İkramda ölçü bazı memleketlere ait, bu mem- cimriliğini ifade etmek i- çin birçok hikayeler anlatırlar. Meselâ içte bir tanesi ki, anlatan şahsın doğru konuştuğu muhakkaktır Bu şahsın Pariste devamlı olarak kaldığı pansiyona birgün, taşradan bir genç çıkagelir... Pansiyon sahibi madam, genci büyük bir sevinçle karşılar, bağrı- na başar ve hikâyeyi anlatan şahsa: çok sevgili yeğenim» diyenle takdim eder... Vakit öğleye yakındır... Konuşulur, gülüşülür, sofraya oturulur, yenilip içi- lir... Çocuk bir iş için Paris'e gelmiştir, teyzesınden müsaade ister, gitmek üzere kapıya doğru yürür. Pansiyoncu madam arkasından seslenir: <— Oğlum, ..» yemek parasını unut- tun B u hâdise ne kadar istisnaf olursa ol- sun, . gene memleketlerde, meselâ Türkiye'de cereyan edemez... Mi- safirperverlik, ikram, cömertlik Turklerin en bariz ve en çok övünülecek vasıfların- dandır... Ancak bu iyi huyları, bu mezi- yetleri mübalâğalı bir şekle sokmak, bi- raz da iptidailik ve gerilik, hiç olmazsa lüzumsuz ve yersiz bir hareket oluyor... İşte başka bir misâl: Yağmurlu bir gece, iki çift sınemaya gitmeye karar ve- maya gidiyorlar — yer Son defa nurken, bakıyorlar yolda ları bir başka çift.. Onlar da sinemaya gitmek üzere yola çıkmışlar, ıslanıyorlar.. Onları otomobile alıyorlar... Son dene- mede artık akıllanmışlar, hepsi birden 0- tomobilden inmiyor da, yalnız bir erkek, yoldan aldıkları iniyor; bilet var mı diye bakacak... Varsa alacak. Müjde ile geli- yor. Biletleri almış... Film de güzel. So- nuna kadar zevkle seyı'edıyorlar k cömertliğin yeri var ind? Bunlar karşıda- kini rahatsız etmekten başka ne işe yarar? Evet cömertlik, açıkellilik çok güzel bir şeydir ama tesadüf ettiğiniz bir in- sanın otobüs, tramvay, bilet parasını 1s- rarla ye ortada bir sebep yokken vermek, erinize gelen misafirin önüne yiyemiye- ceği şeyler doldurmak, bir kahve içmek için uğradığınız bir kahvede İsrarla her' kesin parasını ödemek hiç te hoş değil- dir... Bu gibi hareketler hem karşıdaki- ni rahatsız eder, hem de sizin biraz gös- teriş meraklısı olduğunuza işarettir... usi davetler ve tamamile hususi vaziyetler hariç, yapılacak şey, bir kere AKİS, 29 Ekim 1955 K A D I N Aliye'nin Sesi Aliye ıncecık sırım gibi bir kızdı. urum'un bir küçük kazasında doğmuştu. Ogretmenlerı, onun gibi is- tidatlı bir talebe çok ax görmüşlerdi. O sene, ilk mektebi bitiriyordu. Mü- samerede, büyük — şehirlerde yetişmiş çocuklardan daha çok başarı, gösterdi. Diplomayı da aldı. Fakat Aliye, iki gö- zü iki çeşme ağlıyor ve öğretmenine yalvarıyordu: <— Ne olur öğretmenim, bu sene beni sınıfta bırakın... Yoksa ehram'a gireceğim!» Onu sınıfta bırakmak imkânsızdı. sını tavsiye etti. Bilhassa onu ehram'a sokmak günahtı. Baba dehşet içinde dinliyordu. — Ne söylüyorsun oğul, dedi.. Sen ne söylüyorsun? Aliye uzun boy- lu. Onun gibilerini, babaları üçün- cü sınıftan Aalıp ehram'a soktular... Sizlere uydum, onu okuttum, müsame- reye çıkarttım diye az mı lâf ettiler? Süleyman ağa, gâvur oldu desinler mi ıstıyorsun" > Öğretmen uzun uzun anlattı. Ken- di kız kardeşi, diğer memur karıları ehram giymiyorlardı... Hangisinin bir kötü hareketi olmuştu' Süleyman ağa sabırlı ve zeki bir a- damdı, öğretmeni öfkelenmeden din- liyordu' Anlıyorum, haklısın, — dedi.. Haklısın ama el âl ne der? Suley- man ağa kendi başına, kanun yapa- maz oğul!» İvet Süleyman Ağa, kendi başına nun yapamazdı... İçi paralan paralana, 11 yaşını henüz tamamlama- mış olan küçük kızı, ehram'a soka- caktı... Erzurum'daki akrabaları bile, kızlarını yeniden siyah çarşafa sokma- mışlar mıydı? Bundan kim memnun- du? Kadınlar kocalarından, kızlar ba- balarından, kocalar ve babalar ise kom- Ehrama ve- e manto giyerek, birkaç dakikacık, kendilerini aynada r tek kere teklifte bulunmak, sonra herkesi serbest bırakmaktır... Eğer «ödemek» karşıdakine yapılan bir lütufsa, bu lütuftan karşıdakini ne- den mahrum etmeli? Eğer değilse, derhal vazgeçmeli. Şu halde en iyisi normal ola- , herkesin kendi parasını ödemesi ve lütufların zoraki ısrarlarla değil davet lerle, hediyelerle yapılmasıdır. «Öyle ik- ram vardır ki dayaktan beterdir... da gene bizim çok eski atasözlerimizden- dir. Jale CANDAN seyredebilmekti... Kadınların kapanması, artık bazı köylerde bile, seve seve, istenerek tat- bik edilen bir gelenek, devam ede du- ran bir alışkanlık değildi! Kadınlar, bilhassa genç kızlar, ancak baskı ile ehram veya çarşaf giyiniyorlardı. Kü- çük muhitlerde, din perdesi altında, bir takım imtiyazlar ve hâkimiyet ka- zanmak isteyen birkaç yobazın ve he- al örf ve âdete sadık, kendi halinde aile babalarının baskısı Anadolu'ya giden ve bu dertle yo- lundan alâkadar olan her münevver şu fikirdedir ki çarşaf yasağı konduğu takdirde birçok şehirlerde ve büyük kazalarda, kadınlar kendilerini uma- cıya çeviren kara çarşaflarım «eve se- ve yutacak ve erkekleri bundan hiç te müteessir olmayacaklardır... Bu kur- tulma hareketinin ehram giyen küçük kazalara, köylere de tesiri olacağı mu- hakkaktır... Çünkü çarşaf modası A- nadolu'nun büyük şehirlerinde — alıp yürüdükçe, doka küçük yerlerin teset- türden kurtulmasını ümid etmek a- bestir!.. Birkaç ay evvel kendisile görüştü- ğümüz İstanbul mebusu Nazlı Tlabar «çarşaf yasağı fayda vermez, tesettüre mani olmak, da esaslı bir kal- kınma programı Be temin etmek la- zmıdır» diyordu. Öyle zannediyoruz ki hiçbir yasak kullanmadan, sırf medeni seviyeyi yukselterek tesettüre mani olmak çak kapanmaktadırlar, onları kanunla hi- maye etmek demokrasi kaidelerine ay- kırı sayılamaz; bilâkis... Türkiye Bü- yük Millet Meclisine giren mebus ka- dınlarımızın, Türk kadınlığının ekse- riyetini azap içinde bırakan bu derde temas etmelerini ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Aliye'nin sesini du yurmalarını bütün kalbimizle rica e- deriz.. Moda Neye ihtiyacınız var? Her kadının giyim ihtiyacı muhakkak o kadının yaşadığı hayata göre değişir... Bir kadın gardrobunu, eline geçen modellerden ziyade, günlük haya- tına uyarak ayarlarsa, daha kolaylıkla şık alabilir... . Ev kadmı ocuk yetiştiren, yalnız başın» evinin Ç işini yürüten, çok fazla sokağa çıka- 23